“7.4’lük 17 Ağustos depreminin merkez üssü, 28 Şubat planlamalarının yapıldığı Gölcük’tü. 26 Eylül 2019’daki 6’lık İstanbul depreminin merkez üssü ise 20 Temmuz hukuksuzluklarının simge adreslerinden Silivri. Tesadüf olabilir mi? İnancımıza göre ‘Kâinatta tesadüf yoktur.’ ”

Ama sonra, bu çok önemli ve hassas konuyu 280 karakterle sınırlı bir mesajda izah etmenin ve getireceği soruları başka tweet’lerle cevaplamanın zorluğunu düşünerek o tweet’i sildik ve meseleyi farklı boyutlarıyla bu yazıda işlemeye çalışacağız.

17 Ağustos için, dönemin Kandilli Müdürü merhum Prof. Ahmet Mete Işıkara “Merkez üssü Gölcük Donanma Komutanlığının olduğu bölge” demişti. Ve orası 28 Şubat planlarının hazırlandığı yer olarak biliniyordu.

Kutlular Ağabey buna atıf yaparak depreme “İlahî ikaz” dediği için önce medyanın linç kampanyasına, ardından DGM operasyonlarına hedef oldu, yargılandı, mahkûm edildi, 276 gün hapis yattı ve infaz bittikten hayli sonra bu karar AİHM’den döndü.

Bilâhare İlahî adaletin bu dünyada da tecelli ettiğinin ibretli örneklerini, bu operasyonda rol alanların akıbetlerinde gördük.

Dahası, o zulme alet olanların hiçbiri hayırla anılmazken, “Sözlerimin arkasındayım, şerefimle yatarım” diyen Kutlular Ağabeyin onurlu duruşu hep takdirle hatırlanıyor.

(O dönemde bu “İlahî ikaz” yorumunu eleştirenler arasında Fethullah Gülen’in de yer almış olması ve bugün yaşananlar, kaderin bir başka ibretli tecellîsi değil mi?)

Aradan tam 20 sene geçti. Türkiye’nin 28 Şubat’ı da sollayan hukuksuz uygulamalara maruz kaldığı 20 Temmuz sürecini hâlâ sonlandıramadığı bir noktada gelen İstanbul depremleri bir kez daha “İlahî ikaz” dedirtti.

Şiddetini arttırarak ard arda gelen bu depremlerin merkez üssünün, 20 Temmuz ve OHAL sürecindeki hukuksuz uygulamaların simge adreslerinden biri olarak iştihar bulan Silivri olması çok düşündürücü.

Konunun maddî sebeplere bakan boyutuna ilişkin açıklamaları uzmanlar yapıyor.

Onları da dinleyelim; alınması gerekip de alınmayan tedbirlerin daha çok gecikmeden hayata geçirilmesinin takipçisi olalım.

Ancak bunu yaparken işin manevî boyutunu asla ihmal etmeyelim. “Kula belâ gelmez Hak yazmayınca, Hak belâ yazmaz kul azmayınca” sözündeki gerçeğin ışığında, belâları davet eden hallerden arınalım...

Daha büyük musibetler gelmeden...

***

Mukadder suallere Üstaddan cevaplar:

* Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle; ekser nâsın (çoğu insanın) o zalim eşhasın (şahısların) harekâtına fiilen veya iltizamen (kabul ederek) veya iltihaken (katılarak) taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye (umumî musibete) sebebiyet verir.

* O musibette masumların fâni malları onlar hakkında sadâka olup bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet (şehitlik) hükmünde olarak, büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele aynı gazap içinde bir rahmettir.

* Sual: Niçin gâvurların memleketlerinde bu semavî tokat başlarına gelmiyor?

Cevap: Büyük hata ve cinayetler tehir ile büyük merkezlerde, küçücük cinayetler tacil ile küçük merkezlerde verildiği gibi; ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı âzamı mahkeme-i kübra-yı haşre tehir edilir.

(Sözler, 14. Sözün Zeyli.)

***

* İstanbul-Esenler okuyucularımızdan, yarım asırlık Yeni Asya gönüllüsü Marangoz Tahir Şehitoğlu’nun vefatını teessürle öğrendim. Allah rahmet eylesin. Mekânı Cennet olsun. Nur içinde yatsın. Ailesine ve camiamıza sabır ve başsağlığı diliyorum. Rabbimiz Cennetinde buluştursun.