28 Şubat sürecindeki derin baskılar milleti o kadar bunaltmış ve o günün siyasî aktörlerini öylesine yıpratmıştı ki, sonuçları 2001 seçiminde sandıkta gerçekleşen “patlama” ile ortaya çıktı.
O günkü partilerin çoğu sandıktan çıkamazken, AYM’nin kapattığı FP’den ayrılanlar tarafından bir yıl önce kurulan AKP girdiği ilk seçimde tek başına iktidar oldu.
Bu sonuç hem baskılara karşı biriken büyük tepkinin bir ifadesi, hem de o gün bu baskıların siyasetteki mağdurları arasında görünen AKP kadrolarının halka bir ümit ve kurtarıcı olarak takdiminin neticesiydi.
Erdoğan’ın, hakkındaki mahkûmiyet kararı sebebiyle girememesine rağmen partisinin birinci çıktığı o seçimden hemen sonra CHP’nin desteğiyle anayasa değişikliği yapılıp AKP liderine seçilme yolu açıldı ve bir vekilliği istifa ile boşaltılan Siirt için hemen yeni bir seçim yapılarak Erdoğan Meclise girdi.
Sonrasında AKP iktidarı laikçi Kemalist kesimin salvolarıyla yola devam etti. 2007’de cumhurbaşkanı seçimine takoz konuldu. Ve bunun halkta yol açtığı tepki, aynı sene yapılan seçimde AKP’yi daha da kuvvetlendirdi.
Peşinden 2008’de AKP’ye açılan kapatma davası da 2011 seçiminde aynı sonucu verdi.
Bu tür zorlamaların olmadığı ve durumun nisbeten normale döndüğü 7 Haziran 2015 seçiminde ise AKP Mecliste tek başına iktidar olmak için gerekli çoğunluğu kaybetti.
Sonra koalisyon hükümeti kurdurulmayıp çözüm sürecine nokta konularak terörün tırmandırıldığı bir ortamda aynı yıl 1 Kasım’da dayatılan seçimde AKP tekrar birinci oldu.
Ama seçmen tabanını kaybetmeye başladı. Bunun üzerine MHP ile ittifak kurmak zorunda kaldı, şimdi de onunla devam ediyor.
Tek adam rejimi de bu ittifakla kuruldu ve AKP Genel Başkanı son beyanlarında “Bu ittifakla yönetim sistemimizi daha geniş tabanlı hâle getirdik” diyerek partisinin tek başına yetmediğini zımnen itiraf etmiş oldu.
Aslında işin kökünde, AKP’nin seçmenden aldığı gücü devlet ve statüko ile bütünleşmek için kullanması ve böyle yaptıkça kendi tabanı dahil, halktan uzaklaşması yatıyor.
Şimdiye kadarki seçim “başarı”larını büyük ölçüde “mağduriyet algısı”na borçluydu. Bu algı “mağruriyet”e dönüştükçe inişe geçti.
Son “darbe” iddiaları bu gözle okunmalı.