Seçime iki ay kaldı.
Kum saati hızla akıyor. Partiler hazırlıklarını devam ettiriyor. İktidar bloku “cumhur ittifakı” adını verdiği koalisyon modeliyle yola devam ederken, muhalefet de demokrasi ve adalet eksenli bir beraberlik kurma arayışında.
Önümüzdeki günlerde resim netleşir.
Şu aşamada dikkat çeken hususlardan biri, iktidarın da, muhalefetin de mesajlarında “huzur” kavramını çokça dile getirmeleri.
Bu, toplumdaki huzur arayışının çok ciddî ve yaygın bir talep haline geldiğinin siyasî aktörlerce de tesbit edildiğini gösteriyor.
Ancak huzura yükledikleri anlam ve huzuru sağlama yöntemine yaklaşımları farklı.
Muhalefet, iktidarın OHAL sürecinde çok daha ileri boyutlara vardırılan baskıcı, dayatmacı, dışlayıcı, ötekileştirici, kutuplaştırıcı, antidemokratik, hukuksuz ve adaletsiz uygulamalarının toplumu iyice gerdiğini, tedirgin ve huzursuz ettiğini vurguluyor.
Bilhassa Saray adına hemen her gün farklı sebeplerle çekilen restler, atılan “fırça”lar, had bildirmeler ve posta koymalar, hatırı sayılır bir kesimde böyle algılanıyor.
OHAL hukukunu dahi hiçe sayan uygulamalarla habire uzatılan OHAL’i ısrarla devam ettirme gerekçesinin “ülkenin huzuru” olarak ifade edilmesi ise, vaktiyle 12 Eylülcülerin dilinden düşmeyen “huzur ve güven ortamı” nakaratını hatırlatıyor.
Bu anlayışı “Dipçik ve yumrukla sağlanan huzur ve güven sağlıklı ve kalıcı olmaz” diyerek eleştiren merhum Süleyman Demirel, 12 Eylül’e karşı önce “yasaksız,” sonra “konuşan Türkiye” kampanyası başlatmıştı.
Bu kampanyalar neticesinde evvelâ siyasî yasaklar kalkmış, ardından Türkiye temel sorunlarını demokrasi ortamında tedricen konuşabilir ve tartışabilir hale gelmişti.
Ne var ki, “din adına siyaset” iddiasıyla laikçi bağnazlığın karşı karşıya geldiği 28 Şubat gerilimi bu ortamı sabote ve demokratik kazanımları önemli ölçüde tahrip etti.
28 Şubat’ın 22. yılına da eriştiğimiz noktada ise, o süreçteki hukuksuzlukları fersah fersah geride bırakan antidemokratik, haksız ve adaletsiz uygulamalara muhatabız.
20 Temmuz OHAL süreciyle korkunun adeta dağa taşa sindiği ve hiç kimsenin sesini çıkaramaz hale getirildiği bir ortamda hangi huzur ve güvenden söz edilebilir?
***
- İYİ Parti muhabbeti- AKP’li Elitaş (21 Nisan): “Bir sonraki seçime hazırlansın.” YSK Başkanı (22 Nisan): “Herhangi bir siyasî parti ile ilgili tesbitimiz yok.” Aynı gün 15 CHP’li bu partiye geçince YSK: “Seçime girebilir.” CB: “YSK kararı Cumartesi verseydi 15’ler olmayabilirdi.”
- Güneş Motel transferleri, 77 seçiminden birinci çıktığı halde tek başına iktidar olamayan CHP’nin, eksiği tamamlamak için yaptığı etik dışı pazarlığın sonucuydu. Son olayda İYİ Parti tek başına iktidar mı oluyor ki, AKP o benzetme üzerinden ateş püskürüyor? Ne bu şiddet bu celâl!