Hayatta hiçbir şeyi olmadığını sanıyordu. Sanki etrafında olanların ve dünyanın dışında gibiydi. Yabancıydı, kalabalıklar içinde yalnızdı.
Dışarıya baktı pencereden. Sanki gökyüzü de ona yabancıydı. Esen rüzgâr, yoldan geçen kedi… Herşey ona yalnızlığını pekiştiriyordu üzerine basa basa. Yalnız olmak; kalbini duyabilmek anlamına geliyordu. Kalbini dinleyince kalbinde olan yalnızlığın soğukluğunu hissetti yüzünde. Ama o anda yüzüne bir yağmur tanesi geldi. Hissettiği bir su hissi değildi. hissettiği bir candı. Bir dokunuştu. Rabbanî bir dokunuş...
O an kalbi “Allah!” dedi. O an ısındı buz gibi kalbi. Gökyüzü selâm verdi bir yıldızı ile. İşte artık gökyüzünü anlayabiliyordu. Artık pencereden bakınca yalnız değildi. Artık dünyanın dışında değildi. hissedebiliyordu. O da dünya yapbozunun bir parçasıydı.
Hayatta hiçbir şeyi olmadığını sanıyordu. Ama o herşeyin sahibini buldu. Allah’ı buldu. Kul olarak kendisini Yaratan Rabbini buldu. Tek tek çaldığı kapıların tek tek kapanması iterken yalnızlığa o yalnızlıktan hiç çalmadığı kapı ile kurtuldu. Bu kapı Allah’ın kapısı idi ve iman kapısıydı.
Artık hayatta bir şeyi vardı ve bu bir şey onun herşeyi olmuştu. Abdestini alıp seccadesini sererken bu kapıdan girmek için hazırlanıyordu. Bu kapıdan huzurla girecek ve ilerleyecekti. Bu kapı onun için her kapıyı açacaktı. Bu kapı onun için “Hacet kapısıydı.” Her ihtiyacına burada cevap verildiğini anlamıştı. Çünkü Allah’a dayanan yolda mı kalır?
Hayatta hiçbir şeyi olmadığını sanıyordu. Halbuki ne çok şeye sahipti.
Artık kendisini yalnız hissetmiyordu. O da kalabalığın içerisinde yer alıyordu.