"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dünyayı yâr seçen yaralanır

Mustafa ORAL
08 Kasım 2017, Çarşamba
İnsan bir yolcu.

Ruhlar âleminde başlayan yolculuk anne rahmine, dünya menziline ve kabre uğradıktan sonra sonsuzluğa açılıyor. Ruhlar âleminde beden elbisesi yok. Yurt derdi yok, istediği yere gidiyor. Rahime girince varlık sahibi oluyor. Beden elbisesine bürünüyor. Dünyaya gelince gözü açılıyor. Kendini sultan, dünyayı hizmetkâr sanıyor. Yer yurt, köşk saray istiyor. Daha dün yokken bugün varlık iddia ediyor. Daha dün avuç kadar yerdeyken şimdi dünyayı avucuna almak istiyor. Sonra belli bir ömür süresi verilerek dünyaya gönderiliyor. Gün geliyor, o da bitiyor. Ölüm geliyor, her şeyini alıp götürüyor. Hanlar hamamlar, yazlıklar, kışlıklar kabir kapısına kadar gelebiliyor. Beden evini de dünyada bırakıp kabre uzanıyor. Çok geç anlıyor… Ömür dediği rahimden kabre kadardır. Bu dünyadaki ömrü, göz açıp kapayıncaya kadardır. Doksan da olsa noksandır. Değerli diye sandığa attığı şeyler kabirde geçmiyordur. 

İnsan garip. 90 yıllık ömür için saraylar yaptırıyor, ama sonsuz kalacağı kabrini zindana çeviriyor. Keşke dünya için dünyada kalacak, ahiret için ahirette kalacak kadar çalışabilseydik.

TABUT VE ARABA  

Tekerleği icat eden birgün trafik kazaları olabileceğini bilseydi yine de icat eder miydi bilemem, ama arabanın insanların ayaklarını yerden kesip dünyaya bağlanacaklarını bilseydi kesinlikle tekere çomak sokardı. İnsan rahimde 9 ay ücretsiz seyahat ediyor. Dünyaya gelince çocuk arabasına biniyor. Daha o zaman ayağı yerden kesiliyor. Sonra gelsin en marka, en model arabalar... İnsanların kıskançlıkları eşliğinde gününü gün ediyor. Gün geliyor, benzin bitiyor. Azrail kontağı kapatıyor. “Buraya kadar… Bundan sonra tahta atla yolculuk var.”  Tabuta bindiriliyor, kabre götürülüyor. Dün dört tekerin üstündeydi bu gün dört omuzun üstünde. Dün tahta biniyordu, bu gün tabuta. 

Rahimde insanı sadece annesi alkışlıyor. Dünya sahnesine gelince başkaları alkışlıyor. Alkışa alışıyor. Daha fazlası için şarkıcı, sporcu, siyasetçi oluyor. Alkış yükseldikçe sarhoşluğu  artıyor, kimseyi görmüyor, duymuyor. Gün geliyor, Azrail (as) fişi çekiyor. Sesiyle ve kendisiyle baş başa kalıyor. Kabir sahnesine giriyor. Burası ne kadar da sessiz. Dünyada alkışlayanlar burada susmuş. Alkışlanacak işler yapmadığı için melekler sessiz.    

Dünya sevgisini, araba sevdasını, entrikalarla dolu hayatları, servet, saltanat, şöhret gibi ‘madde bağımlılığını” gördükçe üzülüyorum. Savunduğumuz değerleri yaşantımızla ne kadar da incitiyoruz. 

SULTAN PEYGAMBER Mİ, KUL PEYGAMBER Mİ? 

Peygamberler manevî dünyamızı ihya, maddî dünyamızı inşa ederler. Birçoğu bir mesleğin piridir. Kimisi sultan, kimisi köledir. Kimisi zengin, kimisi fakirdir. Şuayip (as) tüccar, Davut (as) ve Süleyman (as) sultan peygamberlerdir. Yusuf’u (as) sultanlığa götüren yol kölelikten geçmişti. Peygamberimiz (asm) âlemlerin en “fakir” efendisiydi. Kâinat hizmetkâr edilmişti. İşin adını koymak için Rabbimiz bir teklifte bulunmuştu. Kul ile sultan peygamber olmak arasında serbest bırakılmıştı. O (asm) kul peygamber olmayı seçmişti.

O (asm) saraylar inşa etmedi. Bilâkis saraylar yıkmaya gelmişti. Doğduğunda Kisra Sarayı’nın 12 sütunu yıkılmıştı. Kul peygambere yakışır şekilde mütevazı bir hayat yaşadı. İsteseydi Uhud Dağı altın olur arkasından gelirdi.  Hz. Ömer (ra) bir gün O’nu (asm) hasır üzerinde yatarken görür. Kâinatın kendisi için yaratıldığı Sevgilinin (asm) yüzünde hasır izleri vardır. Hüzünlenir, ağlamaya başlar.  “Ya Rasulallah (asm)! Dünya kralları, saraylar, servet içinde yüzüyorlar. Seninse altına sereceğin bir sergin bile yok…” Sevgili (asm) yüzünü ahirete dönmüştür. Dünyayı elinin tersiyle itmiştir. “İstemez misin ya Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun!” O günden sonra Ömer (ra) dünyayı “takmaz”. Gün gelir, halife olur. Kisra Sarayları’nı fetheder, ama sarayda oturmaz. Onlar sarayları yıktılar, karşılığında gönül sarayları inşa ettiler. Sarayda otursalardı ruhların sultanı olamazlardı.

İMKÂN İMTİHANDIR 

Bunu en iyi bilen O’ydu (asm). “Dünya sevgisi bütün günahların başıdır.” “Dünyayı seven ahiretine, ahireti seven dünyasına zarar verir. O halde, devamlı olanı, geçici olana tercih etmelidir.” derdi. Kim dünyada lüks yaşarsa ahiretteki arzu ve isteklerine perde çekilir, diye arzularını dizginlerdi. “Hak Teâlâ ‘Ey dünya, bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet eden de senin hizmetçin olsun’” diyor diye kâinatın sultanı olma yolunu gösterirdi. 

“Vallahi bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.” diyerek dünyada var olmanın varlık olarak yeteceğini, daha fazlasını talep etmenin anlamsız olduğunu ima ederdi. 

“Dünya mü’mine zindan, kâfire Cennettir” diyerek dünyanın çile, ahiretin ücret yeri olduğuna işaret ederdi. “Dünya mü’mine mal olmaz. Zira dünya mü’minin imtihan yeri ve zindanıdır.” derdi. O’na (asm) ve Sahabelere dünya mal ve yâr olmadı. Yâr, yara demekti. Dünyayı yâr seçen yaralanacaktı. Ağırdır dünya, üstüne bindiği kimseyi kambur eder. Atarlıdır dünya, üstüne çıkanı aşağı atar: Mezara kadar yolun var.

DÜNYAYA YÜZ, NAMERDE GÖNÜL VERME 

O (asm) ve sahabeleri her anlarının ve hallerinin hesabını verecekleri duygusuyla yaşadılar. Sultan peygamber ve sultan sahabe olmayı istemediler. Ev, saray, deve derdine düşmediler. İslâm’a girmeden önce zengin olan sahabeler açlık, yokluk, kıtlıkla imtihan oldular. Akla, hayale gelmez işkencelere uğradılar. ‘Gönül saraylarını fethedelim, açlıktan ölmeye, yurdumuzdan sürülmeye razıyız’ dediler. Öyle yaşadıkları için bazıları daha dünyadayken Cennetle müjdelendi. Dünyadan geçebildikleri için dünyalar, canlarından geçebildikleri için cananlar verildi.  

O (asm) istemediğine sabretmedikçe istediğine kavuşamazsın, derdi. Hz. Osman (ra) ve Hz. Abdurrahman bin Avf (ra) istemediklerine sabrettikleri için istediklerine kavuştular. Keselerinde çoktu, ama kalblerinde hiç yoktu. Varlıklarını kardeşleri için feda ettiler. Türlü sıkıntı çektiler, ama asla dönmediler. Servetlerine servet katmak varken bütün varlıklarını geride bırakarak hicret ettiler. Kendilerini de, servetlerini de sıfırladılar. Medine’de sıfır’dan bir dünya kurdular. 

Şimdilerde garip bir asra geldik. Çinliler kırıldıklarına ‘ilginç zamanlarda gelesin’  diye sitem ederlermiş. Çinlilerin bahsettikleri ilginç zaman, Asr Sûresi’nde geçen bu zaman olmalı. ”Asra yemin olsun ki, insan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, iyi işler işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır” demiyor mu Rabbimiz.  Bize bir şeyler oldu. Dinden kazanıyor, dünyaya yatırıyoruz. Va esefa va hasreta…

Okunma Sayısı: 5074
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı