"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hapiste bir Hünkâr: Süleyman Hünkâr

Mustafa ORAL
13 Haziran 2018, Çarşamba 11:42
Sana bu mektubu Gönüller Sultanı Bediüzzaman’ın Talebesi Süleyman Hünkâr’ın mezarı başında yazıyorum.

Hünkâr, Kanunî gibi cengâverdi. 19 yaşında girdiği hapiste Üstad ile hayata döndü, dünyaya tekrar “merhaba” dedi. Risale ile hayatına hayat, zindanına nur kattı. Üstada tabi olduğu için evlâtları zehirlendi. Üzüldü, kahroldu, ama isyan etmedi. 

Hünkâr, 1919 yılında Denizli’de dünyaya gelir. Ruhunda sultanlık, bileğinde efelik vardır. Soyadı gibi Hünkâr mizaca sahiptir. Gençliğinde hapse atılır. Yıllarca demir parmaklıklar arkasından dünyaya bakacaktır. Kısa süre sonra asrın sultanı Bediüazzaman ile tanışacaktır. Dünya kocaman kapı olup üzerine örtülürken Üstad anahtarı sunacaktır. 

1943 yılıdır. Bir gün hapishane hareketlenir. Dış kapıya doğru bakar. Kapıya gün, koğuşa güneş doğmuştur. Tatlı bir güneş zindana süzülmektedir. O güneş Bediüzzaman’dır. Hünkâr’ın gözleri Üstad’a kilitlenir. Baktıkça bakar. Bu değişik kıyafetli adam sanki bu çağda yaşamıyordur. Son derece vakur ve kendinden emin bir duruşu vardır. Başı dimdiktir, kimseye boyun eğecek değildir.  Dudaklarında dünyayı küçümseyen bir gülümseme, korkusuz ve minnetsiz bir bakışı vardır. İnsanlardan uzakta, Allah’ıyla başbaşadır. Maneviyat yüklü bir sultan yaklaşmaktadır. Nur yüzüyle zindanı aydınlatmakta, gülümseyişiyle yürekleri ısıtmaktadır. Bu güneş misal simayı görür görmez içi ısınır Hünkâr’ın. O insan sarrafıdır. Kuyumcu hassasiyetiyle bir bakışta insanı tartar. Kendi kendine mırıldanır. ‘Bu ermiş bir insandır.’ 

Üstadla konuşmak için can atar. Kalbî duâsı kabul olur. Üstad, Hünkâr’a selâm vererek iskemleye oturur. Hünkâr’ın kalbi duracak gibidir. “Hoş geldiniz hoca ammi!” “Hoş bulduk evlâdım!” Duy dünya! Koca sultan katil Hünkâr’ı adam yerine koydu, “evlâdım” dedi. Üstad’ın “evlâdım!” deyişinde öyle şefkatli bir his, sarıcı bir sıcaklık vardır ki, tarif edilemez. Bu söze ömür bağışlanır. Bu anlar ebede kadar hatırlanır. Bu sultana hizmet edilir. “Hocam çay-kahve ne arzu edersiniz.” “Senin bir çayını içerim!” Dünyalar onun olur. Koca Sultan “Senin bir çayını içerim” diyordur. “Acil bir çay!” Çay da, sohbet de, Hünkâr’ın yüreği de demini tutar. O sohbetten Üstad’ın nasıl bir dünyaya sahip olduğunu birazcık da olsa kavrar. Sohbet sürerken içine bir ateş düşer. Üstad’a öyle bağlanır ki, gitmesini istemez. Az sonra Üstad’ı götürürler. Çaresizce arkasından bakakalır. Hünkâr böyledir. Gidenin ardında kalır gözleri. 

Üstad geldikten sonra hapishane havası tamamen değişir. Eski vahşiyane vaziyetler tersine dönmeye başlar. O vahşi tabiatlı mahkûmlar mübarekleşir. Tavırlar, yaşantılar gibi, sohbetlerin seyri de değişir, güzelleşir. Hapishane gündemi artık Üstad ve Risale-i Nurlar’dır. Gönenli Mehmet’ten Kur’ân öğrenir. Abdestli gezmeye dikkat eder. Saygınlığını kullanarak mahkûmları Risale hizmetine sevk eder.

Üstad ve talebeleri 1944 yılında hapisten çıkarlar. Sevinç ve hüznü bir arada yaşar. Sevinçlidir, çünkü Üstad ve talebeleri gibi naif, nazik ve suçsuz, günahsız insanlar bu çile yuvasından kurtulmuşlardır. Üzülür, çünkü Nur Talebeleri gittikten sonra hapishane gerçekten zindana dönmüştür. Hünkâr için zor günler başlar. Artık hapis çekilecek gibi değildir. Fakat Üstad ayrılırken bir güzellik daha yapar. “İnşaallah siz de kurtulursunuz. Kapıları Risale-i Nur Talebeleri açacaklar. Halk Partisi af yapmak isteyecek, onlara nasip olmayacak.” Kısa süre sonra Demokrat Parti iktidara gelince af ilân edilir. Hapisten kurtulur. 

Yılların hasreti sona eriyor

1955 senesinde Isparta’ya gidip, Üstad’ın kapısını çalar. Usul-adapla içeri girer. Üstad’ın eşiğine varır. Üstad hastadır, karyolada yatmaktadır. Ne kadar hasta olursa olsun, konu hizmet olunca Üstad’ın hemen iyileşiverdiğini bilmektedir. Bu defa da öyle olur. Hünkâr’ın kalbi duracak gibidir. Zaman soğumuş, Hünkâr kapıda donup kalmıştır. Üstad gözlerini kapıya çevirir. Hünkâr’ı görür görmez tam bir delikanlı zindeliğinde yatağından kalkar. Kollarını iki yana açar. “Kardaşım Süleyman! Sen hoş geldin!” Kucaklaşırlar. Dünyalar onun olmuştur. Üstad Süleyman’ını öyle candan ve şefkatle kucaklamıştır ki Hünkâr bütün dertlerinden, kederlerinden sıyrılır. Ruhu engin bir denize karışmıştır. Mavi gözlü Üstad’ın mübarek sinesinden bir koku yayılmaktadır. Deniz desen değil; dağ desen değil. Dünya ötesi bir kokudur. Allah’ım ya Rabbim, hayatımda böylesine güzel bir kokuyu hiç hissetmedim, diye içlenir. O ânın hiç bitmemesini, Üstad’ın kendisini hiç bırakmamasını ister.

Deniz durulmaya, dağda yangın sönmeye, Hünkâr’ın harı dinmeye başlar. İki dağ yavaşça ayrılır. İki deniz yavaşça menziline çekilir. Hünkâr Üstad’ın kınından keskin bir kılıç gibi ayrılır. Üstad Hünkâr’ın kollarından tutup mindere oturtur. Eski günleri anarlar. Hey gidi günler hey. Şurası Üstad ile Hünkâr’ın buluştuğu Denizli Hapishanesi. Bunlar sigara kâğıtlarına yazılmış Mevye Risalesi. Rahlesinde hokka, elinde kalem, dilinde duâ, ibadet neşesi içinde yazı yazan, halleriyle insanı beş yüzyıl öncesine taşıyan, çağların içinden gülden bir kılıç gibi çıkıp gelmiş hissi veren bu adam Hafız Ali. Şu İlbadı Kabristanı’nda yıldızlar altında yatan garip Hasan Feyzi. Şu başındaki ihtiyar çağları omuzunda taşıyan bilge Bediüzzaman. Gözyaşları içinde duâ ederken sanki yıldızlar yere dökülecektir… 

O gün gâh gülerler, gâh ağlar. Zaman hayli ilerlemiştir. Belki bir saatten fazla sohbet etmişlerdir. O bir saatte bir asırlık feyiz alır. Ayrılık vakti gelmiştir. Hünkâr’a cansuyu verilmiş, içindeki yangın sönmüştür. Üstad tulumbayı yere bırakır. Dil kovasını gönül kuyusuna salar. “Kardeşim, bizim vaktimiz az. Üç gün misafir kalmanı isterim. Fakat rahatsızım. Akrabam, hatta kardeşim Abdülmecid bile olsa, ziyaretçileri ancak onbeş dakika kabul edebiliyorum. Fakat sen nesebî kardaşımdan da yakın olduğun için, sana bir saat vakit ayırdım.” Ayrılırlar. Üstad çok memnun kalır. Yıllar geçse de unutmaz. “Bizimle çok alâkadar ve hapishanede görüş- tüğümüz veya bana hizmet eden Beylerbeyli Süleyman gibi ne kadar dostlar varsa, hepsine çok selâm ediyorum ve her vakit manevî kazançlarımıza ve duâlarımıza dahildirler.” Sıkıntılarla dolu hayatı 10.06.1998 tarihinde son bulur. Kimseye boyun eğmeyen Hünkâr o gün Azrail’e eğer. Efe gibi geldiği dünyadan efe gibi gider. Köyünde toprağa emanet edilir.

Okunma Sayısı: 6348
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Atilla

    13.6.2018 19:19:57

    Teşekkürler Mustafa Oral.. yüreğine sağlık kalemine bereket

  • Gündüz Alp-2

    13.6.2018 15:47:27

    Gökteki yıldızlar gibi yerde de yıldız misali insanlar vardır. Ve yıldızlar karanlık gecelerde ortaya çıkarlar. Bunun gibi zulümlü süreçlerde de Süleyman Hünkâr misali yıldız insanlar cesaret, himmet, hamiyet ve ahvaliyle er oğlu erliğin yolunu gösterirler. Dosta güven, düşmana korku salarlar. Son Süvari Bediüzzaman'ın efe edalı son erlerinden biridir Beylerbeyli Süleyman Hünkâr. Eğriye eğri doğruya doğru diyebilecek, böyle şahıs ve onların oluşturduğu şahsı mânevilere ne kadar muhtacız değil mi? Zulüm karşısında eline, diline, kalbine kilit vuran toplulukların Mustafa oğlu Süleyman Hünkâr'dan alacakları çok dersler vardır. İnsanlar vardır dünyada yaşarken manen ölür, canlı cenaze haline gelirler. İnsanlar da vardır Hünkâr gibi hapishanede manen yeniden dünyaya gelir, diriliş yaşarlar. Tapduk'un "Bizim Yunus"u: "Biz dünyadan gider olduk/Kalanlara selam olsun/ Bizim için hayır dua/Kılanlara selam olsun" diyor. Marifet hayır duasıyla yad edilmektir.

  • Gündüz Alp

    13.6.2018 15:05:39

    Değerli Mustafa bey kardeşim, "cadı avı" sürecinde yolu bir şekilde Türkiye'nin değişik yerlerindeki Yusufiye Medresesine düşen "kader mahkumu" insanların hem maneviyatını kuvvetlendiren ve hem teselli veren güzel yazınız için teşekkürler. Tevafuk bu ya, kader bugün beni 17 ay Yusufiye Medresesinde kalmış böyle bir arkadaşla tanıştırdı. Bu arkadaşı görünce ümidim bir kat daha arttı. Çünkü ondaki ümit, sabır, sebat, azim beni gelecek adına cesaretlendirdi. Suçsuz olduğunu bilmenin vicdan rahatlığı vardı. Bütün endişesi, kaybettiği aşı ve işinden daha çok vatan ve milletin geleceği, insanların yıkılan hayalleri, tahrip olan maneviyatları, yaşanacak beyin göçü, ülkenin ödeyeceği maddi-manevi bedeldi. Yani maruz kaldığı hukuksuzluğa rağmen "terörist" diye yaftalanan bu insanlar, en önce vatan ve milletini düşünüyordu. Ülke tarihine kara bir leke olarak geçecek bu dönemin mazlumları gelecekte efe edalı Süleyman Hünkâr misali hayırla yad edilecektir.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı