"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İmanî ve insanî bir dilin ihyası ve inşası açısından: Risale-i Nur

Mustafa ORAL
31 Mayıs 2015, Pazar
Su bulunduğu kaba göre şekil alır. Fakat kap ne olursa olsun, suyun özü değişmeyecektir.

İnsan da  bulunduğu çağın/kabın şeklini alır. Zamanla değişen değer yargıları elbette dilde, düşüncede ve medeniyette, yeni söylemler, kaplar ve kalıplar ile kendini gösterecektir.

İnsan gibi eserler de bulunduğu çağın rengini taşır. Tarihin bir döneminde akıl ve düşünce ağır basarken başka döneminde kalp ve duygu ağır basabilir. Bir dönemde filozoflar, fakihler, âlimler ön planda iken, başka dönemde peygamberler, evliyalar, arifler ön plâna çıkabilir. Bir dönemde âyetler, menkıbeler, meseller ağır basarken, başka bir dönemde felsefe, ilmî ve edebî metinler geçer akçe olabilir. 

Yazı ve dil amaç değil, araçtır. Asıl olan muhtevanın aktarılmasıdır. Bir metnin klâsikleşmesi ancak çağın değişen felsefî, iktisadî, siyasî, sosyolojik, psikolojik, kültürel ve edebî şartları dikkate alarak çağdaş kalıplarla sunulmasıyla mümkündür. 

Yahya Kemal Osmanlı medeniyeti ve gelenek ile olan ilişkisini yenilenerek değişim şeklinde uygularken, Ahmet Hamdi Tanpınar değişerek yenilenmeyi önemsemiştir. Aynı dönemde yaşayan Bediüzzaman, Kur’ân’ı usûl, üslûp ve esas açısından tabir yerindeyse, asrın idrakine göre tekrar yoruma ve şerhe tabi tutmuştur.

Risale-i Nur kaleme dayalı iman, kültür ve aksiyon hareketi olarak meydana çıkarak tezini insan-insan, insan-kâinat, insan-Allah ilişkisi üzerine bina etmiştir. İmanî ve insanî bir dil ile asrın idrakine uygun şekilde iman ve insan hakikatlerini anlatmıştır. 

Sezai Karakoç’un deyişiyle bir İslâm kültür ansiklopedisi niteliği taşıyan Said Nursî bu anlamda dinde, dilde, düşüncede, medeniyette, kültürde bütün İslâm birikimini yenileyen ve onu hayatımıza taşıyan bir münevver olarak karşımıza çıkmıştır. Eserlerinin en güçlü yanı müellifin din dilini Kur’ân’ın üslûbuyla dönüştürerek i’cazlı bir şekilde, okuyanı âciz bırakan şaşırtıcı bir üslûp ile insanlara ulaştırmasıdır. Bu minvalde Risale-i Nur, Kur’ân’ı usûl, üslûp ve esas açısından çağın değişen şartlarını da dikkate alarak çağımıza ve ötesine taşımaya çalışmıştır. 

Eski Said döneminde kaleme aldığı eserleri Nursî’nin usûlün temellerini göstermesi açısından bize hayli bilgi vermektedir. Bu minvalde Risale’deki en belirleyici metin Kur’ân’ın diğer ilâhî ve beşerî kitaplardan en önemli üstünlüğü olan edebî ve i’cazlı dilini anlattığı Mu’cizat’ı Kur’âniyye Risalesidir. Keza Muhakemat, Asar-ı Bediyye benzer hususları ihtiva etmektedir. 

Mesnevî-i Nuriye ile İman ve Küfür Muvazeneleri Nursî’nin takip ettiği üslûbu göstermesi açısından önemlidir. 

Sözler, Mektubat, Lemalar, Şuâlar gibi eserler esasa ilişkin olup, Nursî’nin halefi ve selefi müelliflerden farklılıklarına işaret etmektedir. 

Kur’ân, zaman ve mekânla mukayyet değildir. Zaman ve mekân onun üzerinde belirleyici değildir. Tam tersine o zaman ve mekân üzerinde belirleyicidir. Bunun içindir ki zaman ihtiyarladıkça Kur’ân gençleşmekte, yeryüzü genişletilmektedir. İnsan zaman ve mekân içinde bir denge kurabildiği müddetçe Bediüzzaman (zamanın en bedisi/güzeli) olabilir. Böyle bir dengeyi tutturabildiği zaman hem Bediüzzaman, hem de çağa nur veren Said Nursî olabilir.

Asr Sûresinde asra yemin edilerek, zamanın tehlikelerine karşı insanlık uyarılmaktadır. Bediüzzaman tehlikenin farkına vararak “İbnüzzaman (zamanın oğlu)” ve “garibüzzaman (zamanın garibi)” gibi mütevazı bir isim seçmiştir. O Asr Sûresindeki uyarılara kulak tıkandığı bir zamanda gelmiştir. İnsanların kibirlerinden ve basitliklerinden, kendilerini mekân ile ifade ettikleri bir zamana ermiştir. O’nun çağı ruh çağı değil, beden çağıdır. 

Bu çağ ruhtan değil, bedenden doğmuştur. Zamandan değil, mekândan doğmuştur. Ruh çağı değil, beden çağıdır. Yorum çağı değil, görüntü çağıdır. Nefsin galeyana geldiği, nefsanî arzuların cisimleştirildiği, arzular için varlıkların fıtratlarına müdahale edildiği, insanların varlığı kendi istediği şekle getirdiği çağdır. 

Bu çağ ruhun iptal edilerek, mekânın arzulara uydurulduğu çağdır. Bedenin ruha, mekânın zamana meydan okuduğu çağdır. Bu çağ, yarın endişesinin beka endişesinin önüne geçtiği çağdır. Senesi saniye gibi geçen, hayatı hasretli bir hayal ve esefli bir rüya olan çağdır. Zamane insanı kendi içinde mi’raca yükselerek beka âlemine girmek istememektedir. 

Bu çağ zamana ve mekâna hâkim olma çağıdır. Üstünlük ve imtiyaz arama çağıdır.  “Ben bilirim, ben yaparım, ben bana ve sana hâkimim” diyen insanların çağıdır. Bu çağ şahitlikleri istenmediği halde kendilerini pazarlamak için şahitlikte bulunanların çağıdır. Onlar ihanet içindedirler. Kendilerine ve kâinata ihanet etmektedirler. Onlara itimat edilemez. Onlar bilgi, onlar duygu oburluğu içindedirler. Onlar Mevlâna’yı Mesnevî ile değil, pide ile hatırlarlar. Onların aralarında bu yüzden şişmanlık zuhûr eder. Onlar gerçekten hüsrandadır. Onlar gerçekten “iman edip iyi ameller işleyen” kişilerden değildirler. Onlar “birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden kişiler”den değildir.

İşte, Risale-i Nur’un müellifi Bediüzzaman böyle bir çağda dünyaya gelmiştir. 

Vel’asr Sûresini Tefsir Eden Bediüzzaman...

“Her zamanın bir hükmü var.” Bu minvalde Bediüzzaman zaman ve mekânın belirlediği bir nesne miydi, yoksa zaman ve mekâna hükmeden özne miydi? Yüklendiği hakikate bakıldığında bir tarafıyla özne bir tarafıyla nesneydi. Ezeli kelâm sahibi Zatın ebede ulaşacak sözünün zaman ve mekân üzerinden Bediüzzaman’ın şahsında mayalanmasından doğan özne görevi gören bir nesneydi.

O kendini mekânla ve zamanla birlikte ifade etmektedir. 

Bir tarafıyla mekânın çocuğudur. Doğduğu Nurs Köyünü soyadı olarak almıştır. 

Bir tarafıyla İbnüzzaman’dır, zamanın çocuğudur. 

Bir tarafıyla Garibüzzaman’dır; zamanının garibidir. 

Bir tarafıyla da Bediüzzaman’dır; zamanın en harikasıdır.

Allah Bedî’dir. Güzelliği eşsiz, yaratıcılığı benzersiz güzelliktedir. 

Bedî’ ismi ihtimal ki Peygamberimiz (asm) ve sahabelerinden sonra en mükemmel şekliyle Bediüzzaman’da tecelli etmiştir. Nitekim çok sonraları bu durumu teşekkür makamında izhar edecektir. “Bana fazl ve ihsanda bulun Yâ Bedî” diye diye Bedî ismini şefaatçi yapacaktır. 

Harikulâde halleri dolayısıyla genç yaşlarında zamanın en güzeli anlamında kendisine Bediüzzaman unvanı verilmiştir. Buradaki vurgu sadece güzellikle sınırlı değildir. Her daim yeni, her daim görülmemiş halleri olan Rabbimizin yenileyici vasfına yapılan bir vurgudur.  

Vel Asr Sûresi sadece sahabe asrının değil bütün asırların, bütün zamanların lisanıdır.  Bediüzzaman da sadece asrının değil, eserleri ile kıyamete kadar gelecek asırların insanıdır.

Okunma Sayısı: 2348
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı