"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Millî hâkimiyet ruhu

Naci TEPİR
25 Nisan 2015, Cumartesi
Her yıl olduğu gibi bu yıl da TBMM’nin açılışının (23 Nisan 1920) 95. yıl dönümü resmî merasimlerle kutlandı.

Bilindiği gibi bu tarihî gün, “Millî Hâkimiyet Bayramı” olarak kabul edilmiştir. Millî Hâkimiyet’in manası ve ruhu ise, “halkın kendi kendini idare etmesi, yani devlet idaresine hâkim olması” demektir. Bu tür idare şekline ise “Cumhuriyet” denir. İşte, ilk TBMM’nin toplanması, Cumhuriyet’in çekirdeğini teşkil etmiştir. Duâlarla, kurbanlar kesilerek, Kur’ân-ı Kerîm ve Buhari-i Şerif hadis kitabı’nın hatmiyle açılan ilk Meclis’in mebusları, halkın hür iradesiyle seçtiği zatlardan meydana gelmişti. Ayrıca, mebusların bir çoklarının âlim ve fazıl kimseler olması, ilk Meclis’in hususiyetlerindendi. 

Bu Meclis’in hazırladığı 1921 Anayasası da gerçek manada bir Cumhuriyet Anayasası idi. Fakat, bu anayasa çok geçmeden 1923’te mühim bir değişikliğe uğramıştır. Aynı zamanda Meclis’in yapısı da, kontenjan sınırlamalarıyla değişikliğe uğradı ve ilk safiyeti değişti. Cumhuriyetin ilânına (29 Ekim 1923) bu değişikliklerden sonra gidildi.

Her yıl yapılan kutlama merasimlerinde, saltanatın kaldırılması, onun yerine halk hâkimiyeti Cumhuriyet idaresinin sembolü olan TBMM’nin açılışı, hamasi nutuklarla dile getirilir. Peki, gerçekten Cumhuriyet idaresine geçildi mi? Devlet idaresinde halk söz sahibi olabildi mi? Sadece Meclis duvarında ve birkaç yerde kayıtlı bulunan “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir!” sözü tahakkuk ettirildi mi? Halkını, inancıyla, bütün değerleriyle kucaklayan, halkıyla bütünleşen bir devlet olabildik mi? Bu ve buna mümasil sorulara verilecek tek cevap, maalesef kocaman bir “HAYIR” dır.

Diktatörlük, millÎ hâkimiyet ruhuyla bağdaşmaz!

Türkiye, Cumhuriyet’in ilânından (1923), 1950’ye kadar 7 sene tek parti (CHP) iktidarı ile, yani dikta rejimiyle idare edilmiştir. 1950’de “Çok Partili Sistem”e geçilmişse de, çok sürmemiştir. 1950-1960 yılları arasında hüküm süren Demokrat Parti iktidarı, Cumhuriyet tarihimizin en mutlu devridir. Bu on yıllık kısa bir devrede Türkiye demokrasiye tam geçiş yapmış, her alanda hızla kalkınmaya başlamıştır! Fakat bunu hazmedemeyen emperyalist Batı ve onun fedakârları-yerli işbirlikçileri 27 Mayıs 1960 darbesiyle DP iktidarını devirerek, Türkiye’yi tekrar karanlığa sürüklemişlerdir! Daha sonra 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 de yapılan darbelerle “Cunta” ve “Dikta” rejimi devam ettirilmiştir. Halk hâkimiyeti şöyle dursun, halkın değerlerine ters düşen, halkıyla kavgalı, hiçbir faydası olmayan ırkçılığı ön plana çıkaran bir idare sistemi geliştirilmiştir! Halkımızın millî ve manevî yapısının genleriyle oynanılmıştır! Bu sistem aynı zamanda, totaliter rejimlerde (komünizm, faşizm ve sair) görüldüğü gibi, metazoriyle, dağa taşa korku salarak halkı sindirme, zorla sevdirme, tabulaştırma metodunu tatbik etmiştir. Bin seneden beri İslâmın bayraktarlığını yapmış bir milletin manevî değerlerine karşı savaş açmıştır! 

Canlı bariz bir misal

Zamanımızın en büyük müceddidi ve âlimi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri –Risale-i Nur ismiyle Kur’ân tefsiri yazıp neşrettiği için– yakın talebeleriyle birlikte 1935’te Eskişehir, 1943’te Denizli ve 1948’de Afyon Ağır Ceza Mahkemelerinde idamla yargılanmıştır. Hayatının sonuna kadar da  kâh hücre hapsinde, kâh sürgünde ve takibat altında tutulmuştur. Ayrıca, türlü eziyet ve suikaste (komploya) maruz kalmış, 27 defa zehir verilmiştir! Bu gün dünyada yüz milyonlarca insan Risale-i Nur eserlerinden faydalanmakta ve eğitim almaktadır. Ayrıca, dünyada en yaygın 70’e yakın dile çevrilen ve tarihte bir benzeri görülemeyen bu nadide eserler hakkında, ülkemizin hemen her tarafında ve çeşitli mahkemelerinde 2200’e yakın beraat veya takipsizlik kararı verilmiştir. Bu ise insanlığa hiç yakışmayan bir hukuk ayıbıdır! Çünkü herhangi bir dâvâ konusu bir mahkemede beraat edip, Temyiz Mahkemesi de (Yargıtay) onaylarsa, “Kaziye-i Muhkem” halini alır ki, aynı konuda daha muhakeme edilemez. Ama maalesef ülkemizde buna benzer çok keyfi ve hukuk ayıbı tatbikatlar olagelmiştir. Bu gün hâlâ devam eden başörtü yasağı, ifade hürriyetine mani olan 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu, Osmanlı arma ve simgelerinin tahrip edilmesinin suç sayılmayacağı hakkında 1050 sayılı Kanun gibi antidemokratik kanunlar, hukuk ayıbı zincirinin birer halkalarıdır! 

Hülâsa: Her yıl yapılan kutlamalarda, anma günlerinde ve derslerde (bilhassa İnkılâp Tarihi dersinde) bir çok gerçek örtbas edilip, hadiseler hedefinden saptırılarak anlatılagelmiştir. Bunda da ana gaye, “Eskiyi (geçmişi) unutturmak” idi! 

Bizim üzerimize düşen, “T. C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” dersini kaldırıp, “Eskiyi unutturmak” yerine, yeni kuşaklara, tarihî gerçeklerin dosdoğru anlatılmasını temin etmektir!..

Okunma Sayısı: 945
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı