Darbe bastırıldı, başarılı olmadı dense de, girişimin hemen ertesinde sivil darbeye dikkat çekildi. Gazeteciler tutuklandı, basın susturuldu, vakıflar, sendikalar, ihraçlarla kıyım başladı ki ne gam..
Efendim tedbir. Tekrar darbe ihtimali sebebiyle yoğurda üflemek icab ediyormuş. Dolayısıyla her türlü tedbir yerindedir mantığı siyaseten kabulde. Ehl-i diyanet ise görmezde.
Halbuki tansiyon düşürülse; akl-ı selim ile hadiseleri sükûnet içinde tahlil fırsatı bulup, bugün tehevvürle kalkıştığımız çoğu şeye belki daha adil yaklaşacağız. Düşmanlık duygularını dizginlemek mümkün. Şefkat Peygamberi (asm) "Sinirlenen kimse Allah'a sığınsın, abdest alsın veya sinirlendiği çevreyi değiştirsin." buyurmasında, öfke kontrolü vurgusu.
Bu arada tansiyonun düşürülmesini istemeyen karanlıklar, menfur planlarını hayata geçirmek için müthiş bir fırsat yakalamışlardır ki, kaos’a devam..
Gelinen noktada; Milletin yüzde sekseni ehl-i tahkik olmadığı ya da siyasî tarafgirlik veya hissiyat akla geçit vermediğinden topyekûn imhâya cevaz başlamış. Aynen Hz. Osman’ın katilleri aranırken “hepsini imha edelim” baskısı karşısında, İmam-ı Ali’nin muhteşem direnişi ki; Bir gemi’de 9 cani bile olsa batırılamayacağı Kur’ânî düsturu için, onca çile çekmesi ve bedel ödemesinden de mi ders çıkartmayacağız? Yoksa ehl-i sünnet anlayışını böyle mi anladık?
Senelerce hor görülmüş, başörtü zulmü, dindarların ikinci sınıf vatandaş muamelesi gibi ulusalcı kanadın eziyetinden bunalmış avam tabakasının; kendinden zannettiği siyasî bir İradeye kayıtsız-şartsız destek vermelerini anlayabiliyoruz. Peki “mübarekler cemaatine” ne oluyor ki Siyasal İslâma hemen kucak açtılar ve her fetvasına cevaz verdiler. Daha da kötüsü müdakkik olduğunu düşündüğümüz temayüz şahsiyetlerin duruşu. Bu zâtlar; “Vela teziru vaziretun vizra uhra” âyetinin bu asra da baktığını, Risale-i Nur’da kesretle okudukları halde, böyle zamanlarda siyasetin cazibesine mi kapıldılar da görmez, işitmezler?
DEZENFORMASYONLARDA SAVRULMAK
Siyasetin asıl gayesi nedir bilmiyoruz. Millet olarak refleks gösterip bir bütün olarak demokrasi nöbeti muhtemel bir darbe’ye teşebbüse caydırıcılık da kabul edilebilir. Ancak, sivil halkı darbe taraftarı/ aleyhtarı diye tasnif ederek biribirine düşürecek bir “söylem”, siyasilerin dikkat etmesi gereken bir husus değil midir?
Toplumun dinamikleri olan kardeşlik esaslarına darbe vurmaktır ki, “bütün mü’minler kardeştir “kudsî hakikatı yerine, dindar değil kindar bir bakış getirir. Darbelerin yaraları görünürde iken, darbenin arkada bırakacağı asıl şerleri kalbîdir, batınîdir.
Din’in hayata geçişi vicdan iledir. O bozulduğunda din lâftan ibaret kalır ki, yaşadıklarımız bunun işaretleri.
Yeni Asya feryad ediyor; Aman mazlûm ve masumlara dikkat. “Bir kişinin hatasıyla başkası mesul olamaz” âli düsturunu nazara verip duruyor. Ancak, “Tamburam çi got, min çi got” Ben ne söyledim sen ne anladın kabilinden sağdan soldan vurmalar.
Farzedelim ki sözü edilen şahıslar, bir yerlere sempati duysun. Bu, bütün bir camiayı kapsar mı? Bu nasıl bir topyekûn imhadır ki kıyıma âlet olunur. Böyle bir din anlayışı var mıdır?
Hukuk ne diyor? Masumiyet karinesi..suç tesbit olunmadan herkes masumdur. Evet mi? Pekalâ suçu ispat edilmemişlere “yapamaz” demekte vebal var mıdır? Hayır. Dedikodulara dayanarak “yaptı” diyenlere vebal var mıdır? Evet vardır. (Bknz Hucurat: 6.)
Peki ya yansımaları; hasbelkader özel bir okulda rehberlik dersine giren bir öğretmen izine, memleketine gidemez hale gelmişse toplum vicdanı nerede? Topluca bir travma, paranoya hatta cinnet hali mi yaşıyoruz?
Avrupa’da bile cadı avı başladı ki, esnafı dolaşıp cemaate yakın isim tesbiti yapılıyor. Çok şükür ki Almanya, Avusturya yetkilileri durumdan haberdar olup, el koydular.
Bu ateşin acilen sönmesi şarttır. Yoksa atı alan, Üsküdar’ı çoktan geçmiş olacaktır.