Ninelerimiz,
Yani:
Babaannemiz veya, anneannemiz.
Anadolu’da onlara “ebe” de derdik.
Çocukluğumuz da biz de “ebe” diye hitap ederdik.
Ailenin büyükleri idiler.
Yaşlandıkça masumlaştılar.
Çocuklar gibi oldular.
Az bir şeyden müteessir olurlar.
Onlar her zaman şefkate ve merhamete lâyık insanlardır.
Onlar bizim her şeyimiz.
Her hanenin bereket direkleridirler.
Kaç kişinin evinde nineleri var?
Bilemiyorum.
Onları evlerinde yalnız bıraktık.
Veya kendileri öyle istediler.
Mimsiz medeniyetin bir kahrı idi bu.
Halbuki eskiden hep beraber bir evde ve bir bahçede beraber yaşardık.
Sonra kibrit kutusu gibi evler hanelerimiz oldu.
Çocukların odası.
Anne ve babanın odası.
Yaşlıların odası yok.
Öyle bir adet de kalmadı.
Şimdi büyük baba da öldü ise, nine ayrı bir evde.
Ve, onlar yapayalnız….
Daha da acısı:
“Huzursuzluk evleri” ndeler.
İçten içe acılaşan ve göz yaşlarına mahkûm bir hayat.
Halbuki eskiden ne kadar güzeldi.
Onlar başımızın tacı idiler.
Evlerimizin bereket direği idiler.
Şimdi evin hanımı çalışıyor.
Çocukların bir kısmı kreşte.
Bir kısmı yurtta kalıyor.
Evin eşi eve geldiği zaman yemek daha hazır değil.
Bir kısım gençler işsiz.
Çalışanların üçte biri bayan.
Hanımlar evlerine dönse, işsizlik nerede ise sıfıra düşecek.
Olan ninelere oluyor.
Merhametten yoksun muhteremeler ağlıyor ve küsüyorlar.
İşte ninelerimiz.
Bu serzenişime bazıları üzülebilir.
Fakat vakıa budur.
Herkes böyle mi ?
Elbette istisnaları vardır.
Özellikle küçük yerleşim yerlerinde eski hasletlerimiz elbette eskisi gibidir.
Bizler insanız..
Her insanın ömür boyunca hayat safhaları vardır.
Bir gün, genç anneler de nine olacaklar.
Bu gün ninenizi sevindirin.
Sarılın boynuna.
Bu gün değil her gün.
Onların kucağı o kadar sıcaktır ki.
Tadına doyum olmaz.
Yarın sizin torunlarınız da size aynı tatlılığı yaşatacaklar.
Onların duâlarını almak çok önemli..
Çünkü “beli bükülmüş bir ihtiyarınız olmasa idi belâlar üzerinize sel gibi yağacaktı” hadisini unutmayalım.
Ya bedduâları?
Allah korusun..
Aman ona muhatap olmayalım.