Ehl-i hakkın ihtilâfı himmetsizlikten ve aşağılıktan ve ehl-i dalâletin ittifakı ulüvv-ü himmetten değildir. Belki ehl-i hidayetin ihtilâfı, ulüvv-ü himmetin sû-i istimalinden ve ehl-i dalâletin ittifakı, himmetsizlikten gelen zaaf ve aczdendir.
Ehl-i hidayeti, ulüvv-ü himmetten sû-i istimale ve dolayısıyla ihtilâfa ve rekabete sevk eden, ahiret nokta-i nazarında bir haslet-i memduha sayılan hırs-ı sevap ve vazife-i uhreviyede kanaatsizlik cihetinden ileri geliyor. Yani, “Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad edeyim, benim sözümü dinlesinler” diye, karşısındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve muavenetine ve uhuvvetine ve yardımına muhtaç bir zata karşı rekabetkârâne vaziyet alır. “Şakirdlerim niçin onun yanına gidiyorlar? Niçin onun kadar şakirdlerim bulunmuyor?” diye, enaniyeti oradan fırsat bulup, mezmum bir haslet olan hubb-u câha temayül ettirir, ihlâsı kaçırır, riya kapısını açar.
İşte bu hatanın ve bu yaranın ve bu müthiş maraz-ı ruhanînin ilâcı şudur ki:
Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etba’ ile ve fazla muvaffakıyetle değildir. Çünkü onlar, vazife-i İlâhiyeye ait olduğu için, istenilmez, belki bazen verilir. Evet, bazen bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünkü bazen bir tek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-i İlâhîye medar olur.
Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevap kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir.
Lem’alar, Yirminci Lem’a, s. 265
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
Bir ehemmiyetli ihsan-ı İlâhî, ihsanını ihsas etmemek
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
Kastamonu’da ehl-i takva bir zat, şekva tarzında dedi:
“Ben sukut etmişim. Eski halimi ve zevkleri ve nurları kaybetmişim.”
Ben de dedim:
“Belki terakkî etmişsin ki, nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enaniyet ve fânî zevkleri aramamak ile uçmuşsun.”
Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlâhî, ihsanını, enaniyetini bırakmayana ihsas etmemektir; tâ ucb ve gurura girmesin.
Kardeşlerim, bu hakikate binaen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zatlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirdleri adi, âmî adamlar görür ve der:
“Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhat! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?” diyerek, dost ise inkisar-ı hayale uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.
Said Nursî
B. S. N. Tarihçe-i Hayatı, Denizli Hayatı, s. 448