Cevap: “İnsanlar kendi idarecilerinin yolundadırlar.” (Keşfü’l-Hafâ, 2:311.) sırrınca, istibdat herkesin damarlarına sirayet etmişti, çok nam ve suretlerde kendini gösteriyordu, çok dam ve plânlar istimal ediyordu. Hatta benim gibi bir adam, ilmi vasıta edip tahakküm ediyor idi veyahut sehavet-i milliyeyi sû-i istimal ederdi. Veyahut şu şeyh gibi necabeti sebebiyle herkes onun hatırını tutarak –tutmakla mükellef bildiğinden– tahakküm ve istibdat ediyordu.
Sual: “Demek öldürmemize, hükûmetin istibdadına yardım eden başka istibdatlar da varmış?”
Cevap: Evet, cehaletimizin silâhıyla asıl bizi mahveden, içimizdeki garip namlarla hüküm süren parça parça istibdatlardı ki hayatımızı tesmim etmişti. Fakat yine kabahat, o küçük istibdatların pederi olan istibdad-ı hükûmete aittir.
Sual: “Beyler, ağalar, müteşeyyihler iki kısımdır; farkları nedir?”
Cevap: İstibdat ile Meşrûtiyet kadar farkları vardır. Ben dahi Meşrûtiyet ve istibdadı müşahhas olarak size göstermek istediğimden şu iki kısmı timsal olarak beyan ediyorum.
Sual: “Nasıl?”
Cevap: Eğer büyük adam, istibdat ile kuvvete veya hileye veya kendisinde olmayan, tasannuan kuvve-i maneviyeye istinaden halkı isti’bad ederek havf ve cebrin tazyiki ile tutup insanı hayvanlığa indirmiş; daima o milletin şevkini kırar, neşelerini kaçırır. Eğer bir namus olursa, yalnız o şahs-ı müstebitte görünür; denir ki “Falan adam şöyle yaptı.” Eğer bir seyyie olursa, kabahat bîçare etbaa taksim olunur. İşte şu mahiyetteki büyük, hakikaten büyük değildir, küçüktür; milletini küçüklettiriyor.
Zira milleti her sa’yi suhre gibi işliyor, hatır için gibi yapıyor, iyilik etse de riya karıştırıyor, müdahene ve yalana alışıyor, daima aşağıya iniyor.
Zira sa’y-i insanînin buharı hükmünde olan şevk, müntafi oluyor. Ağaları ve büyükleri, omuzlarına biner tâ yalnız görünsün, onların etlerinden yer, tâ büyüsün. O milletin gonca misal istidâdâtı üzerine o reis perde olup ziyayı göstermiyor.
Belki yalnız o neşv ü nema bulur, inkişaf eder, açılır. Eğer müşahhas istibdadı görmek arzu ediyorsanız, işte size şu...
ESDE, Münâzarât, s. 165-166
LÛGATÇE:
ceb(i)r: Zorlama, zor kullanma.
dam: Tuzak.
etba: Tâbi olanlar, uyanlar; halk, yönetilenler.
havf: Korku, korkma.
isti’bad: Köleleştirme, esir alma.
istibdat: Keyfîliğe, zora ve baskıya dayanan idare şekli, diktatörlük, despotluk.
müdahene: Dalkavukluk.
müntafi olmak: Sönmek.
müteşeyyih: Şeyhlik iddia eden.
necabet: Asalet, soyluluk.
neşv ü nema: Büyüme ve yetişme, gelişme.
riya: İki yüzlülük, gösteriş.
sa’y: Çalışma.
sehavet-i milliye: Milletin cömertliği.
seyyie: Kötülük, suç, fenalık.
suhre: İsteksiz ve zoraki.
şahs-ı müstebit: Baskı uygulayan kişi.
tahakküm etmek: Baskı yaparak hükmetmek.
tasannuan: Yapmacık olarak.
tesmim etmek: Zehirlemek.