İşte hayat-ı şahsiyece bu derece muzır olan adavete ve fikr-i intikama, eğer şahsını seversen yol verme ki kalbine girsin. Eğer kalbine girmiş ise, onun sözünü dinleme. Bak, hakikatbin olan Hafız-ı Şirazî’yi dinle:
Yani “Dünya öyle bir meta değil ki bir nizaa değsin.” Çünkü fânî ve geçici olduğundan, kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz’î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın.
Hem demiş:
Yani “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.”
Eğer dersen: “İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adavet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum.”
Elcevap: Sû-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin manevî bir nedamet, gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır. Zaten bu Mektubun bu Mebhasını yazdık, tâ bu manevî istiğfarı temin etsin; haksızlığı hak bilmesin, haklı hasmını haksızlıkla teşhir etmesin.
Cây-ı Dikkat Bir Hâdise
Bir zaman, bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârâne medhetti. İşte siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni ve’s-siyâseti” [Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım] dedim. O zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.
Mektubat, Yirmi İkinci Mektub (Uhuvvet Risalesi), s. 314
LÛGATÇE:
adavet: düşmanlık, kin.
fıtrat: yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
fikr-i intikam: intikam düşüncesi.
hakikatbin: gerçeği gören.
meta: mal, sermaye.
muaşeret: birlikte yaşayıp iyi geçinme, görgü.
mürüvvetkârâne: iyilikle, cömertlikle.
niza: kavga.
sû-i hulk: kötü ahlâk.
sulhkârâne: barışık, barış içinde.
tekfir: bir kimseyi yaptığı bir işten veya bir sözden dolayı kâfir sayma, kâfirlikle suçlama.
zımnî: üstü kapalı, örtülü.