Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatı ile manevî saltanatın cem’i gayet müşküldür. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi; tâ kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve sûrî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı maneviyeye tayin edildiler. Adi valiler yerine, evliya aktablarına merci oldular.
Üçüncü Sualiniz: “O mübarek zatların başına gelen o feci gaddarâne muamelenin hikmeti nedir?” diyorsunuz.
Elcevap: Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi, Hazret-i Hüseyin’in muarızları olan Emevîler saltanatında, merhametsiz gadre sebebiyet verecek üç esas vardı:
Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu olan “Hükûmetin selâmeti ve asayişin devamı için eşhas feda edilir.”
İkincisi: Onların saltanatı, unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için milliyetin gaddarâne bir düsturu olan “Milletin selâmeti için her şey feda edilir.”
Üçüncüsü: Emevîlerin Hâşimîlere karşı an’anesindeki rekabet damarı, Yezid gibi bazılarda bulunduğu için şefkatsiz bir gadre kabiliyet göstermişti.
Dördüncü bir sebep de, Hazret-i Hüseyin’in taraftarlarında bulunuyordu ki Emevîlerin, Arap milliyetini esas tutup sair milletlerin efradına “memalik” tabir ederek köle nazarıyla bakmaları ve gurur-u milliyelerini kırmaları yüzünden milel-i sâire Hazret-i Hüseyin’in cemaatine intikamkârâne ve müşevveş bir niyetle iltihak ettiklerinden Emevîlerin asabiyet-i milliyelerine fazla dokunmuş, gayet gaddarâne ve merhametsizcesine meşhur faciaya sebebiyet vermişlerdir.
Mezkûr dört esbab zâhirîdir. Kader noktasından bakıldığı vakit, Hazret-i Hüseyin ve akrabasına o facia sebebiyle hâsıl olan netaic-i uhreviye ve saltanat-ı ruhaniye ve terakkiyat-ı maneviye o kadar kıymettardır ki o facia ile çektikleri zahmet gayet kolay ve ucuz düşer. Nasıl ki bir nefer, bir saat işkence altında şehid edilse, öyle bir mertebeyi bulur ki on sene başkası çalışsa ancak o mertebeyi bulur. Eğer o nefer şehid olduktan sonra ona sorulabilse, “Az bir şey ile pek çok şeyler kazandım” diyecektir.
Mektubat, On Beşinci Mektub, s. 69
***
Mu’cizât-ı Ahmediye’den:
Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ümmü Seleme’nin, daha diğerlerin rivayet-i sahihiyle haber vermiş ki “Hazret-i Hüseyin, Taff, yani Kerbelâ’da katledilecektir.” Elli sene sonra, aynı vak’a-i ciğersuz vukua gelip o ihbar-ı gaybîyi tasdik etmiş.
Mektubat, On Dokuzuncu Mektub, s. 121
LÛGATÇE:
aktab: Kutublar, büyük velîlerden zamanın en büyük mürşidi olan kimseler.
an’ane: Gelenek.
asabiyet-i milliye: Millî damar, milliyetçilik damarı.
asayiş: Emniyet, güvenlik.
cem’: Toplanma, bir araya gelme.
esbab: Sebepler.
eşhas: Şahıslar, ferdler.
gadir: Haksızlık, zulüm, kıyım.
ihbar-ı gaybî: Gaybdan gelen haber, geçmiş veya gelecek zamana ait haberler.
intikamkârâne: İntikam besleyerek, intikam alır gibi.
memalik: Kullar, köleler.
merci: Merkez, kaynak.
milel-i sâire: Diğer milletler.
muarız: Karşı çıkan, muhalif.
muvakkat: Geçici.
müşevveş: Karışık.
netaic-i uhreviye: Ahiretteki neticeler, sonuçlar.
nokta-i nazar: Bakış açısı.
sâbıkan: Bundan önce, evvelce.
saltanat-ı ruhaniye: Ruhânî saltanat, manen devam eden hâkimiyet.
sûrî: Görünüşte olan, şeklî.
terakkiyat-ı maneviye: Manevî yükselmeler, ilerlemeler.
vak’a-i ciğersuz: Ciğer parçalayıcı olay.