Tekrardır; Sözlerde Üç yerde geçiyor. Şu Risale (Haşiye) bir meclis-i nuranîdir ki, Kur’ân’ın şu münevver, mübarek şakirtleri içinde birbirleriyle manen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur’ân’ın şakirtleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor. Ve Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan Risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Her biri aldığı kıymettar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor. Bârekâllah, sen de o menzili çok güzel süslendirmişsin.
Said Nursî
Haşiye: Yani Yirmi Yedinci Mektubun tamamını.
***
(Şu fıkra aklen Hulûsî, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev hükmünde olan Re’fet Bey’in mektubudur.)
[Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tesbih etmesin. (İsra Sûresi: 44.)
Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketleri ebediyen, devamlı olarak üzerinize olsun.
Bu defa Süleyman Efendi vasıtasıyla Yirmi Beşinci Sözü, tashih olunmak üzere huzur-i âlînize takdim ediyorum. İ’caz-ı Kur’ân elhak bir şaheserdir. İhtiva ettiği hayretbahş hakaik itibarıyla âsâr-ı âliyenizin en mühimidir. Mu’cizat-ı Ahmediye’yi okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymettar bir eserdir. Şu kadar ki, mu’cizat-ı Ahmediyenin en büyüğü Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan olduğuna göre, i’caz-ı Kur’ân’ın ruhumda husûle getirdiği tebeddülât ve münderecatından ettiğim istifade çok azîmdir. Bu “Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta yazılı olmasın.” (En’am Sûresi: 59.) eserinizle âyet-i celîlesinin muhtevî olduğu şümullü ve pek azametli olan maani-i ulviye ispat edilmiş oluyor. Bugünkü terakkiyat-ı fenniye ve ihtiraat-ı beşeriyeyi kendi mahsulât-ı fikriyeleri addeden ve bir hazine-i hakaik olan Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ı mühmel bırakarak Avrupa’dan ilim ve irfan dilenciliği yapan ve akıllı geçinen gafiller, beşerin dünyevî ve uhrevî saadetini temin edecek maâliyat ve desatir-i muazzama ile memlû bulunan bu âsâr-ı muhteşemeyi bir nazar-ı insaf ve bir teyakkuz-i arifâne ile mütalâa etselerdi, dalmış oldukları hâb-ı gafletten pek çabuk uyanacaklardı. Fakat heyhat, bizler arpa ambarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-i hakaik dururken ona karşı göz yumar ve başkalarından istiane ederiz. İ’caz-ı Kur’ân’ın yüksekliği hakkında ne yazsam azdır. Kalemim onu tavsiften âcizdir. Kudret-i kalemiyem olsaydı hakkını vermeye çalışırdım; olmadığı için âcizâne olarak sözümü kesiyorum. Kemal-i hürmetle mübarek ellerinizden öper ve hizmet-i Kur’ân’da sabit olmam hakkındaki duânızı talep ve istirham ederim, efendim.
Re’fet
***
[Binbaşı merhum Asım Bey’in fıkrasıdır.]
Envar-ı Kur’âniye mizan ve bürhanlarından ve kıymeti takdir edilemeyen Sözler namındaki risale-i şerifeler fakiri ihya ediyor, kalbimi nurlandırıyor. [Bu Rabbimin fazlındandır. (Neml Sûresi: 40.)] Çoktan beri aramakta iken, lehülhamd, Cenâb-ı Hak Sözler’i bu fakire ihsan buyurdu. Kalb ve gönlüme âciz kalemim ve kalim tercüman olamıyor.
Asım
Barla Lâhikası, sayfa 115-116-117