Meşrûtiyet-i meşrûa denilen dünyada beşer saadetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makine-yi hayatın buharı olan hürriyetteki irade-i cüz’iyeyi istibdat ve tahakkümün belâsından kurtaran meşveret-i şer’iyenin mayasıyla mayalandıran meşrûtiyet-i meşrûa sizi herkes gibi imtihana dâvet ediyor ki, sinn-i rüşde bülûğunuzu ve vasîye adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Mevcudiyetinizi ittihadla gösteriniz.
Ve hamiyet-i diniye-i millî ile fikir ve vicdan-ı şahsiyenizi milletin kalb ve akl-ı müştereki gibi gösteriniz. Yoksa, sıfır çekecek ve şahadetnâme-i hürriyeti elinize vermeyecektir.
Evet, mâzinin sahrâlarında keşmekeşliğinize sebebiyet veren herbirinizdeki meylü’l-ağalık ve fikr-i hodserâne ve enaniyet, şimdi istikbalin saadet-saray-ı medeniyetinde fikr-i icada ve teşebbüs-ü şahsiyeye ve fikr-i hürriyete inkılâp edecektir, inşaallah.
Hatta diyebilirim ki: Ey şark vilâyetlerindeki vatandaşlarım! Başkalarının sükûtî medreselerine nispeten sizin gürültülü olan medreseleriniz bir meclis-i meb’usan-ı ilmiyeyi gösteriyor.
Hem Şâfiî olduğunuzdan ve imam arkasında kıraat-ı Fatiha ile semavî ve ruhanî vızıltılarınız sizi mezheben ve medreseten ve fıtraten “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm Sûresi, 53:39.) âyetinin başka bir ünvanı olan teşebbüs-ü şahsiyeye teşvik ediyor.
Hem de herbir kemâlin müessis ve hâmîsi olan cesaret ve nâmus-u millet-i İslâmiye sizlere emrediyor ki: Nasıl ki, şimdiye kadar dimağdan kalbe mecrâ açmakla, aklı kuvvete mezc ederek maarifinizi kılıçlarınızın hutut-u cevherinden öğrenmekle şecaat-i maddiyede terakki ettiniz. Şimdi ise, kalbden fikre karşı menfez açınız. Kuvveti aklın imdadına ve hissiyatı efkârın arkasına gönderiniz. Tâ ki, şecaat-i akliye-i medeniyet meydanında namus-u millet-i İslâmiye pâyimal olmasın. Kılıçlarınızı, fen ve san’at ve tesanüd-ü hikmet-i Kur’âniye cevherinden yapmalısınız.
El-Bâkî Hüve’l-Bâkî
Bediüzzaman Said Nursî
Divan-ı Harb-i Örfî, Hatime, s. 57
LÛGATÇE:
adem-i ihtiyaç: İhtiyacı olmama.
fikr-i hodserâne: Dikbaşlı fikir.
hutut-u cevher: Esas çizgiler.
kıraat-ı Fatiha: Fatiha Sûresini okumak.
sinn-i rüşd: İyi ve kötüyü ayırdetme yaşı.
şahadetnâme-i hürriyet: Hürriyet diploması.
şecaat-i akliye-i medeniyet: Medeniyet ve akıldan gelen cesaret.
tesanüd-ü hikmet-i Kur’âniye: Kur’ân’ın hikmetli dayanışması.
vasî: Koruyucu.
***
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
Vahdet ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden
(Dünden devam)
Yirmi İkinci Söz’ün İkinci Makamının Mukaddemesinde beyan edildiği gibi, Hazret-i Azrail (as) kabz-ı ervah vazifesi hususunda Cenâb-ı Hakk’a münacat etmiş, demiş: “Senin kulların benden küsecekler.” Cevaben ona denilmiş: “Senin vazifen ile vefat edenlerin ortasında hastalıklar ve musîbetler perdesini bırakacağım. Vefat edenler sana değil, belki itiraz ve şekva oklarını o perdelere atacaklar.”
Bu münacatın sırrına göre, ölümün ve vefatın ehl-i iman hakkında hakikî güzel yüzünü görmeyen ve ondaki rahmetin cilvesini bilmeyenlerin küsmeleri ve itirazları Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a gitmemek için Hazret-i Azrail’in (as) vazifesi de bir perde olduğu gibi, sair esbablar dahi zâhirî perdedirler. Evet, izzet, azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Fakat vahdet ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.
Fakat hayatın hem zâhirî, hem bâtınî, hem mülk, hem melekût vecihleri kirsiz, noksansız, kusursuz olduğundan, şekvaları ve itirazları dâvet edecek maddeler onda bulunmadığı gibi, izzet ve kudsiyet-i kudrete münafi olacak pislik ve çirkinlik olmadığından, doğrudan doğruya, perdesiz olarak, Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un “ihya edici, hayat verici, diriltici” isminin eline teslim edilmişlerdir. Nur da öyledir, vücud ve icad da öyledir. Onun içindir ki, icad ve halk, doğrudan doğruya, perdesiz, Zat-ı Zülcelâl’in kudretine bakar. Hatta yağmur bir nevi hayat ve rahmet olduğundan, vakt-i nüzulü bir muttarid kanuna tâbi kılınmamış; tâ ki her vakt-i hacette eller dergâh-ı İlâhiyeye rahmet istemek için açılsın. Eğer yağmur, güneşin tulûu gibi, bir kanuna tâbi olsaydı, o nimet-i hayatiye, her vakt-i hâcette rica ile istenilmeyecekti.
Lem’alar, Otuzuncu Lem’a (Eskişehir Hapishanesi’nin Bir Meyvesi), Beşinci Nükte, s. 630.
LÛGATÇE:
esbab: Sebepler.
ihya edici: Hayat verici.
kabz-ı ervah: Ruhların alınması, ölüm.
muttarid: Sıralı, düzenli.
münafi: Ters, aykırı.
perdedar-ı dest-i kudret: Kudret eline perde.
tesir-i hakikî: Hakikî tesir edicilik, gerçek etki sahibi olmak.