1. Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi, ittiba-ı Kur’ân’dır.
2. Azametli, bahtsız bir kıt’anın; şanlı, tâli’siz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâmdır.
Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, s. 551
***
Ben kusurlu fehmimle şu zamanda, heyet-i içtimaiye-i İslâmiyeyi, çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur. Onun için, ittihad-ı İslâmın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir.
B. S. N. Tarihçe-i Hayatı, İlk Hayatı, s. 110
***
..komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor. Ve bu dehşetli tahrip edicilere karşı ancak ve ancak hakikat-ı Kur’âniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile olduğu gibi, bu vatanı istilâ-i ecânibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.
B. S. N. Tarihçe-i Hayatı, Isparta Hayatı, s. 655
***
Elbette ve elbette ve kat’î olarak, şimdi bu memleketteki ehl-i siyaset, Garb’a ve ecnebiye verdiği siyasî ve manevî rüşvetin on mislini âlem-i İslâm’ın ileride cemahir-i müttefikası hükmünde olacak olan dört yüz milyon Müslüman kardeşlere memleket ve milletin ve bu devlet-i İslâmiyenin selâmeti için gayet azîm bir bahşiş ve zararsız rüşvet vermesi lâzım ve elzemdir.
İşte o makbul, lâzım ve çok menfaatli, caiz ve vacib rüşvet ise, teavün-ü İslâm’ın esası ve hediye-i Kur’ân’ın semavî bir düsturu ve rabıtası ve kudsî kanun-u esasîsi olan “Mü’minler kardeştirler.” (Hucurat Sûresi: 10.), “Allah’ın dinine ve Kur’ân’a hep birlikte sımsıkı sarılın.” (Âl-i İmran Sûresi: 103.), “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” (En’am Sûresi: 164…), “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider.” (Enfal Sûresi: 46.) kudsî, esasî kanunlarını düstur-u hareket etmektir.
Emirdağ Lâhikası-II, mektup no: 290, s. 416
***
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
Hayatın neticesi şükür ve ibadettir
Üçüncü Remiz
Yirmi dokuzuncu hassasında denilmiştir ki: Kâinatın neticesi hayat olduğu gibi, hayatın neticesi olan şükür ve ibadet dahi, kâinatın sebeb-i hilkati ve ille-i gayesi ve maksud neticesidir.
Evet, bu kâinatın Sâni-i Hayy-ı Kayyum’u, bu kadar hadsiz enva-ı nimetiyle kendini zîhayatlara bildirip sevdirdiğine mukabil, elbette zîhayatlardan o nimetlere karşı teşekkür; ve sevdirmesine mukabil sevmelerini; ve kıymettar san’atlarına mukabil medh ü sena etmelerini; ve evâmir-i Rabbanîsine karşı itaat ve ubudiyetle mukabele etmelerini ister.
İşte bu sırr-ı rububiyete göre teşekkür ve ubudiyet, bütün enva-ı hayatın ve dolayısıyla bütün kâinatın en ehemmiyetli gayesi olduğundandır ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan pek çok hararetle ve şiddetle ve halâvetle şükür ve ibadete sevk ediyor. Ve “İbadet Cenâb-ı Hakk’a mahsus ve şükür O’na lâyık ve hamd O’na hastır” diye çok tekrarla beyan ediyor. Demek bu şükür ve ibadet doğrudan doğruya Mâlik-i Hakikî’sine gitmek lâzım olduğunu ifade için, hayatı bütün şuunatıyla perdesiz kabza-i tasarrufunda tutmasına delâlet eden [“Hayatı veren de, ölümü veren de O’dur. Geceyle gündüzü değiştirmek de O’na mahsustur. (Mü’minun Sûresi: 80.), (…)”] gibi ayetler, pek sarih bir surette vasıtaları nefyedip, doğrudan doğruya hayatı Hayy-ı Kayyum’un dest-i kudretine münhasıran veriyor.
Evet, minnettarlık ve teşekkürü davet eden ve muhabbet ve sena hissini tahrik eden, hayattan sonra rızık ve şifa ve yağmur gibi vesile-i şükran şeyler dahi doğrudan doğruya Zat-ı Rezzak-ı Şâfî’ye ait olduğunu, esbab ve vesait bir perde olduğunu, [“Rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır. (Zariyat Sûresi: 58.), (…)”] gibi ayetlerle, rızık, şifa ve yağmur münhasıran Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un kudretine hastır. Perdesiz, Ondan geldiğini ifade için, kaide-i nahviyece alâmet-i hasr ve tahsis olan “Hüve’r-Rezzak”, “Ve hüve’llezî” ifade etmiştir. İlâçlara hasiyetleri veren ve tesiri halk eden, ancak o Şâfî-i Hakikî’dir.
Lem’alar, Otuzuncu Lem’a (Eskişehir Hapishanesi’nin Bir Meyvesi), Beşinci Nükte, s. 631