İkinci Risale olan İkinci Kısım Ramazan-ı Şerife dairdir.
Birinci Kısmın âhirinde şeair-i İslâmiyeden bir nebze bahsedildiğinden, şeairin içinde en parlak ve muhteşem olan Ramazan-ı Şerife dair olan bu İkinci Kısımda, bir kısım hikmetleri zikredilecektir.
Bu İkinci Kısım, Ramazan-ı Şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden Dokuz Nüktedir.
***
“O Ramazan ayı ki insanlara doğru yolu gösteren, apaçık delillerini taşıyan ve hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir.” [Bakara Suresi: 185.]
Birinci Nükte
Ramazan-ı Şerifteki savm, İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeair-i İslâmiyenin a’zamlarındandır.
İşte Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenab-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.
Cenab-ı Hakkın rububiyeti noktasında orucun çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Cenab-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halk ettiği ve bütün enva-ı nimeti o sofrada “Min haysü lâ yahtesib” [Umulmadık yerlerden]* bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemâl-i rububiyetini ve rahmaniyet ve rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar, gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği hakikati tam göremiyor, bazen unutuyor.
Ramazan-ı Şerifte ise ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelî’nin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârâne göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli rahmaniyete karşı vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?
* Talâk Suresinin 3. ayeti şu mealdedir: “Allah onu ummadığı bir şekilde rızıklandırır.”
Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektub, İkinci Kısım, s. 470
LÛGATÇE:
a’zam: en büyük.
erkân-ı hamse: İslamın beş şartı.
esbab: sebepler.
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat.
külliyetli: geniş, büyük.
niam-ı İlâhiye: Allah’ın nimetleri.
rububiyet: rablık, terbiye edicilik.
savm: oruç.
şeair-i İslâmiye: İslamın sembolleri.
şeref-i keramet: ikram şerefi.
tavr-ı ubudiyetkârâne: kulluk eder şekilde bir tavır.
vüs’atli: geniş.
***
Medrese-i Yusufiye Mektupları
Her dertlinin âhını işiten bir Semî’ ve Mucîb var
(Dünden devam)
Hem “Madem bütün zîhayat mahlûkların, elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütün hâcâtlarını, bütün fıtrî matlâblarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtrî ve ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet Rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî tarafından verildiğinden ve ihtiyârî olan daavat-ı insaniyenin, hususan havasların ve nebîlerin dualarının on adetten altı yedisi hilâf-ı âdet makbul olmasından kat’î anlaşılıyor ki, her dertlinin ahını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir Semî’ ve Mucîb, perde arkasında var. Bakar ki; en küçük bir zîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür. Ve en gizli bir ahını işitir, şefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder. Elbette ve her halde, hiçbir şüphe ihtimali kalmaz ki, mahlûkların en ehemmiyetlisi olan nev-i insanın en ehemmiyetli ve umumî ve umum kâinatı ve umum esma ve sıfât-ı İlâhiyeyi alâkadar eden beka-i uhreviyeye ait dualarını içine alan ve nev-i insanın güneşleri ve yıldızları ve kumandanları olan bütün peygamberleri arkasına alıp, onlara duasına ‘Âmin, âmin’ dedirten ve ümmetinden her gün her ferd-i mütedeyyin hiç olmazsa kaç defa ona salâvat getirmekle onun duasına ‘Âmin, âmin’ diyen ve belki bütün mahlûkat o duasına iştirak ederek ‘Evet, yâ Rabbena, istediğini ver; biz de onun istediğini istiyoruz’ diyorlar. Bütün bu reddedilmez şerâit altında, beka-i uhrevî ve saadet-i ebediye için, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın haşrin hadsiz esbab-ı mucibesinden yalnız tek duası, Cennetin vücuduna ve baharın icadı kadar kudretine kolay olan ahiretin icadına kâfi bir sebeptir” diye Mucîb ve Semî’ ve Rahîm isimleri bizim sualimize cevap veriyorlar.
Hem “Madem gündüz bedahetle güneşi gösterdiği gibi zemin yüzünde mevsimlerin tebeddülünde küllî ölmek ve dirilmekte perde arkasında bir Mutasarrıf; gayet intizamla koca küre-i arzı bir bahçe, belki bir ağaç kolaylığında ve intizamında ve azametli baharı bir çiçek sühuletinde ve mizanlı ziynetinde ve zemin sahifesinde üç yüz bin haşir ve neşrin numune ve misallerini gösteren üç yüz bin kitap hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini (onda) yazar, beraber ve birbiri içinde şaşırmayarak, karışık iken karıştırmayarak, birbirine benzemekle beraber iltibassız, sehivsiz, hatasız, mükemmel, muntazam, manidar yazan bir kalem-i kudret...
Şualar, On Birinci Şua (Denizli Hapsinin Meyvesi), s. 235
LÛGATÇE:
fıtrî matlâb: yaratılıştan gelen istek ve ihtiyaç.
hâcât: ihtiyaç.
Mucîb: bütün dualara icabet ederek cevap veren Cenab-ı Hak.
Semî: her varlığın sesini işiten Allah.
zîhayat: hayat sahibi.