Lem'alar - page 152

belki bir derece ehl-i sekir ve istiğrakın ve ashab-ı şevk ve
aşkın meşrebi olduğunu söylüyorsun. öyle ise, muhtasa-
ran sırr-ı veraset-i nübüvvetle ve kur’ân’ın sarahatiyle
gösterilen tevhidin yüksek mertebesi hangisidir? göster.
El cevap:
Benim gibi hiç ender hiç, âciz bir bîçarenin
kısa fikriyle bu yüksek mertebeleri muhakeme etmek, yüz
derece haddimin fevkindedir. Yalnız, kur’ân-ı Hakîm’in
feyzinden gelen gayet muhtasar bir iki nükteyi söyleye-
ceğim; belki bu meselede faydası olacak.
Birinci Nükte
: Vahdetülvücudun meşrebine ve saplan-
masına çok esbap var. onlardan bir ikisi kısaca beyan
edilecek.
Birinci Sebep
: Mertebe-i rububiyetin hallâkıyetini aza-
mî derecede zihinlerine sığıştıramadıklarından ve sırr-ı
ehadiyet ile her şeyi bizzat kabza-i rububiyetinde tuttuğu-
nu ve her şey kudret ve ihtiyâr ve iradesiyle vücut buldu-
ğunu kalblerine tam yerleştiremediklerinden, “Her şey
odur” veyahut “yoktur” veya “hayaldir” veya “tezahüri-
yetidir” veya “cilveleridir” demeye kendilerini mecbur bil-
mişler.
İkinci Sebep
: Firakı hiç istemeyen ve firaktan şiddetle
kaçan ve ayrılıktan titreyen ve bu’diyetten cehennem gi-
bi korkan ve zevalden gayet derece nefret eden ve visali
ruhu ve canı gibi seven ve kurbiyeti cennet gibi hadsiz bir
iştiyak ile arzulayan aşk sıfatı, her şeydeki akrebiyet-i İlâ-
hiyenin bir cilvesine yapışmakla, firak ve bu’diyeti hiçe
âciz:
zayıf, güçsüz.
ashab-ı şevk:
manevî zevkleri ta-
dıp şevke gelen kişiler.
azamî:
nihayet derecede.
beyan etme:
açıklama, izah et-
me.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bu’diyet:
uzaklık.
cilve:
tecelli, görüntü.
derece:
mertebe.
ehl-i sekir:
aklıyla hareket ede-
meyip hissi ve zevki ile hareket
eden, manevî âlemlere girip gör-
dükleri şeyler karşısında kendin-
den geçmesi hâli.
elcevap:
cevap.
esbap:
nedenler, sebepler.
fevkinde:
üstünde, üzerinde.
feyiz:
manevî bereket, ilim, irfan.
fikir:
düşünce.
firak:
ayrılık.
gayet:
son derece.
had:
hak ve yetki.
hallâkıyet:
yaratıcılık.
hiç ender hiç:
hiçbir şey.
ihtiyar:
tercih, irade.
irade:
dileme, isteme.
istiğrak:
kulun kendinden geçip
son derecede İlâhî aşk ve coşkun-
luk içinde bulunması hâli.
kabza-i rububiyet:
Cenab-ı Hak-
kın bütün varlıklara hükmeden
d
okuzuncu
l
em
a
| 152 | Lem’aLar
terbiye eli.
kalb:
insanın manevî bünye-
sindeki hislerin ve duyguların
merkezi.
kudret:
kuvvet, iktidar.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
mecbur:
zorunlu olarak.
mertebe:
derece.
mertebe-i rububiyet:
Allah’ın
bütün varlık âlemini kuşatan
egemeliği, yaratıcılığı, idare et-
me derecesi.
mesele:
konu.
meşrep:
hareket tarzı, gidilen
yol, metot, meslek.
muhakeme etmek:
düşün-
mek, akıl süzgecinden geçirip
hüküm vermek.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
muhtasaran:
özet olarak, kı-
saltılmış.
nükte:
derin ve ince manalı
söz.
sarahat:
açıklık.
sırr-ı ehadiyet:
Allah’ın birli-
ğinin ve isimlerinin her bir var-
lıkta ayrı ayrı görülen tecelli-
sinin sırrı.
sırr-ı veraset-i Nübüvvet:
Peygamberlik makamının vâ-
risi, mirasçısı olmanın sırrı.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma.
tezahüriyet:
belirme, ortaya
çıkma.
Vahdetülvücut:
vücudun bir-
liği, varlığın bir ve tek olduğu
düşüncesi; her şeyin bir olan
Allah’ın değişik görünüşleri ol-
duğuna inanma temeline da-
yanan tasavvufî görüş.
vücut:
varlık.
zihin:
bilinç, dimağ.
1...,142,143,144,145,146,147,148,149,150,151 153,154,155,156,157,158,159,160,161,162,...1406
Powered by FlippingBook