Lem'alar - page 231

için, hikmet-i rabbaniye, şeytanın vücudunu iktiza etmiş-
tir.
Rabian
: İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem dahi
büyük bir insandır. Bu küçük insan o büyük insanın bir
fihristesi ve hulâsasıdır. İnsanda bulunan numunelerin
büyük asılları, insan-ı ekberde bizzarure bulunacaktır.
Meselâ, nasıl ki insanda kuvve-i hafızanın vücudu, âlem-
de levh-i Mahfuzun vücuduna kat’î delildir; öyle de, in-
sanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir
alet-i vesvese ve kuvve-i vahimenin telkinatıyla konuşan
bir şeytanî lisan ve ifsat edilen kuvve-i vahime küçük bir
şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiplerinin ihtiyârına zıt ve
arzusuna muhalif hareket ettiklerini, hissen ve hadsen
herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vü-
cuduna kat’î bir delildir. Ve bu lümme-i şeytaniye ve şu
kuvve-i vahime bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üf-
leyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vü-
cudunu ihsas ederler.
ON BİrİNCİ İŞaret
ehl-i dalâletin şerrinden kâinatın kızdıklarını ve ana-
sır-ı külliyenin hiddet ettiklerini ve umum mevcudatın ga-
leyana geldiklerini, kur’ân-ı Hakîm, mu’cizâne ifade edi-
yor. Yani, kavm-i nuh’un başına gelen tufan ile semavat
ve arzın hücumunu ve kavm-i semud ve Âd’ın inkârın-
dan hava unsurunun hiddetini ve kavm-i Firavuna karşı
su unsurunun ve denizin galeyanını ve karun’a karşı
toprak unsurunun gayzını ve ehl-i küfre karşı ahirette
Lem’aLar | 231 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
a
ifade etmek:
anlatmak.
ifsat etmek:
fesada uğratmak,
bozmak.
ihsas etmek:
hissettirmek.
ihtiyar:
tercih, irade, seçim.
iktiza etmek:
gerektirmek.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, kabul etmeme.
insan-ı ekber:
en büyük insan, kâ-
inat.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
Karun:
Hz. Mûsa döneminde hırsı,
cimriliği ve kıskançlığı ile tanınmış
çok zengin bir Yahudî.
kat’î:
kesin.
kavm-i Firavun:
Firavun’un kav-
mi.
kavm-i Nuh:
Hz. Nuh’un peygam-
ber olarak gönderildiği kavim.
kavm-i Semud:
Hz. Salih’in pey-
gamber gönderildiği fakat azgın-
lıklarından dolayı Allah’ın helâk et-
tiği kavim.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü, öğ-
renilen bilgileri unutmama kuvve-
ti.
kuvve-i vahime:
vehim ve hayal
duygusu; şüphe etme duygusu.
Levh-i mahfuz:
Allah’ın ezelî il-
miyle kâinatta olmuş ve olacak
şeylerin yazılı olduğu levha.
lisan:
dil.
lümme-i şeytaniye:
insanın kal-
binde bulunan, şeytanın vesvese
verdiği nokta.
mevcudat:
var olan her şey, var-
lıklar.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde;
olağanüstü ve harika bir şekilde.
muhalif:
aykırı, zıt, uymayan.
nefis:
kişinin kendisi.
numune:
örnek.
rabian:
dördüncü olarak.
semavat:
semalar, gökler.
şahs-ı şerir:
kötülük yapan, kötü
şahıs.
şer:
kötülük.
şeytanî:
şeytana ait, şeytandan
gelen.
telkinat:
telkinler, fikir aşılamalar.
tufan:
Hz. Nuh zamanında, Hz.
Nuh’a inanmayarak yoldan çıkmış
olanları cezalandırmak için Allah
tarafından hem gökten yağdırılan,
hem de yerden kaynayarak bü-
tün dünyayı kaplayan su.
unsur:
bir şeyin parçası, madde,
esas.
vücut:
varlık.
Âd:
tarihte Yemen tarafların-
da bulunduğu bildirilen Hûd
Peygambere isyan edip iman
etmeyen ve bu yüzden Al-
lah’ın gazabına uğrayıp helâk
olan kavim.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
âlem:
kâinat, dünya.
âlet-i vesvese:
vesvese aracı.
anasır-ı külliye:
dünyanın her
tarafına yayılmış olan unsur-
lar.
arz:
yer, yeryüzü.
arzu:
istek, heves.
asıl:
gerçek, bir şeyin örneği
değil kendisi.
bizzarure:
zorunlu olarak,
mecburen.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey.
ehl-i dalâlet:
doğru yoldan çı-
kanlar, azgın ve sapkın kim-
seler.
ehl-i küfür:
kâfirler, Allah’ı in-
kâr edenler.
fihriste:
bir şeyin içindekileri
sırayla gösteren özet liste.
galeyan:
çalkalanma, kayna-
ma.
gayz:
hiddet, öfke.
hadsen:
sezmekle, sezerek;
sür’atle anlayarak.
haricî:
dışarıya ait, dışta bulu-
nan.
hikmet-i rabbaniye:
her şe-
yi uyum içinde sevk ve idare
eden Allah’ın belirli gayelere
yönelik, faydalı, yerli yerinde
iş gören hikmeti.
hissen:
hissî olarak, duygu ola-
rak.
hulâsa:
bir şeyin özü, özeti.
hükmüne:
yerine.
1...,221,222,223,224,225,226,227,228,229,230 232,233,234,235,236,237,238,239,240,241,...1406
Powered by FlippingBook