"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dikkat! Sosyal medya bataklığa dönüşüyor

05 Mart 2016, Cumartesi
Uzman Psikolojik danışman ve aile danışmanı Saliha Erdim sosyal medyanın insanları içine çekmiş olduğu ‘ene bataklığını’ ve aile hayatını değerlendirdi. Erdim, “kalite çok düştü, ahlaki zaaf çok arttı” dedi.

Evdeki televizyon sayısı ve boyutları günden güne artıyor. Her odada bir televizyon, dev ekranlar... Bu durumun aile içi iletişime etkileri nelerdir ?

İnsanların hazlarına hitap eden ve bu yönüyle doyuran her şey, onların gündemlerinin birinci sırasını işgal etmeye başlamış durumda. Evlerde de bu durum görülmeye başladı ve bu durum onun daha fazla etkisi altında kalınacağının ifadesidir. Evde aile bireylerinin hoşuna gidecek ve onların daha çok zaman geçirecekleri ne kadar çok teknolojik alet varsa (eğer kontrol edilmezse) aile içi irtibatta o ölçüde azalacaktır. Bu da iletişim açısından son derece zararlı bir şey, tehlikeli bir durum. Şu anda zaten yeteri kadar diyalog yok. Eşler birbiriyle sohbet etmekte zorlanıyorlar. Konuşacak konu bulamıyorlar. O kadar çok dışarıdakilerle yazışıyorlar, o kadar çok başkalarının ne paylaştığı, başkalarının ne yaşadığı, başkalarının nerede olduğu, başkalarının nasıl olduğu ile o kadar çok ilgileniyorlar ki, eve gelince birbirlerine yabancılaşmış iki insan görüyorlar kendilerini adeta. Ortak konu bulmakta zorlanıyorlar. Yanyana geldikleri zaman da sıkılıyorlar ve herkes kendi memnun olduğu mecraya doğru kayıyor. Var olan diyalogsuzluk ve iletişim kopukluğu, bu elektronik cihazların görsel ve içerik olarak daha da cazip hale gelmesi ve evde sayısının artmasıyla, giderek daha da ilerleyecek demektir, ne yazık ki.

Manzara iç açıcı değil

Televizyon dizilerinde hayatlar gerçek yaşantıdan çok uzak. TV’lerde gösterilen şaşaalı, lüks yaşantılar ve müstehcen muhtevalar insanları olumsuz yönde etkiliyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsanların hoşuna giden, onlara cazip olarak gösterilen şeylerin sizin de ifade ettiğiniz gibi bir gerçekliği yok. Hal böyle olunca insanlar bu yaşantıları arzuluyor, onlar gibi olmak istiyorlar. Onlar gibi olamadıkları ve benzeyemedikleri zaman da buradan bir psikolojik çatışma çıkıyor. Televizyondaki sanal bir ortam ve her şey ekranda görüldüğü gibi değil. O setten çıktıktan sonraki hayatlarını ve diyaloglarını insanlara bir gösterseler, kesinlikle onların yaptığı hiçbir şeye bakmak istemezler. Çoğunun aralarında o kadar kötü diyaloglar geçiyor, argolar, küfürler, birbirlerine hakaretler, değersizleştirmeler, her şey var... Gördüklerimiz sadece ekranda reyting alabilmek için. Nasıl giyinirsem daha çok reyting artar. Nasıl konuşursam insanlarda merak uyandırırım. Bunlar sosyologların ve psikologların bir araya gelerek, verdikleri taktiklerle üst düzeye çıkarılan programlar, ne yazık ki. Yani biz onlara ilgi gösterdikçe onların bize arzı artıyor. Böyle olunca arz talep dengesi karşılanmış oluyor. Bu dizileri kimse izlemese, onlar orada duramaz. Nitekim yeni bir dizi çekiyorlar reyting almadı diye kaldırıyorlar. Yani biz izlemesek onlar devamını getiremez. Ve biz neye önem veriyorsak, neyi gündemimize alıyorsak, biz kendimizi nasıl olalım diye zihnimizde planlıyorsak, ona uygun görsellere, ona uygun senaryolara ağırlık veriliyor. Bizi eğlendiren, hoşumuza giden, hazlarımıza, konforumuza hitap eden şeyler bize cazip geliyor. Çünkü daha çok tembelleştiriyor. Daha çok âtıllaştırıyor. Bir şey yapmayı gerektirmiyor çünkü, oturduğun yerden seyredeceksin. Ama onun sana verdiği mesajda bir şeyler yapmanı gerektiriyor. Biz o zihnimizin bize verdiği komutlara göre hareket ettiğimizde, ortalık darmadağın oluyor. Çünkü öyle bir hayat yok. Olması da imkânsız. O yüzden nerden bakarsak bakalım manzara iç açıcı değil.

Allah’a giden yolda engelleri kaldırın

Boşanma oranları günden güne artıyor. Bir gün gelecek ve evlilik kurumu yok olacak sanki... Bu durumun sebepleri neler olabilir? 

Allah u âlem hiçbir zaman evlilik kurumu yok olmaz, ama kalitesi düşüyor, tarzı ve özellikleri değişiyor. Evliliğin toplumun en sağlam yapısı, kalesi olması özelliği giderek azalıyor. Bir toplulukta, güçlü bir sosyal yapıyı inşa etmek istiyorsak, sağlam modellerin olması lazım. Kişilere, şöyle şöyle yaparsanız sağlam zeminde bulunursunuz. Düşüncelerinizi şöyle ifade etmelisiniz. Şöyle hareket etmelisiniz gibi, sağlam fikirler ne kadar çok hayata geçirilirse, insanların onu benimsemesi ve ona uygun hareket etmesi de o kadar mümkün olur. Fakat şu anda bize gösterilen, bize dayatılan ve bizim de ayıklama eleme süzme yapmadan, otomatik olarak kabul ettiğimiz modeller; kesinlikle aile hayatını, nitelikli ve erdemli evlâtlar yetiştiren, eşlerinin daha hayırlı bir insan olmasında katkıda bulunan, eşinin Allah ile kul arasındaki engelleri kaldırılmasında aktif rolü oynayan, Allah’a giden yolda engelleri kaldıran bir hayat arkadaşı olma vasfını öğrenebilecekleri bir özelliğe sahip değil. Çevremizde de bu anlamda rol modelleri çok az.

Konuşan çok, yaşayan az

Uzmanlar, hocalar, âlimler her mecrada sıklıkla ideal evlilikten söz edip bir şema çiziyor. Bunun faydası olmuyor mu peki?

Bazı konuşmacıları dinliyorsunuz, Allah’ım sözleri harika, hayatına bakıyorsunuz karmakarışık. Bir insanın sözünün etkili olabilmesi için, önce söylediklerinin hayatında olması gerekir, ama yine de eğer doğru bir bilgiyi duymuşsak, onun yaşayıp yaşamadığına bakmadan, bizim hayatımıza aktarmaya çalışmamız lâzım. O yüzden de çok konuşuyoruz, ama yaşayanımız az. Rabbim hepimizi inandığını hayatına geçirenlerden eylesin. İşte bu sebeplerle insanlar rol model yoksunluğu çekiyorlar. Ve bu model yoksunluğunun yanında, kadınımız da zor erkeğimiz de zor. Hani desem ki, kadınlar çok iyi bu noktada bir aile kurumunun çok sağlıklı yürümesi için, ellerinden geleni yapıyorlar, ciddî çaba gösteriyorlar. Evet böyle olanlar da var, ama özellikle yeni jenerasyoda öyleleri de var ki, bir erkeği hiçbir şekilde, sağlıklı bir zeminde tutamayacak derecede saçma sapan mantıksız, akıl almaz taleplerle, tenkitlerle, aşağılamalarla psikolojisini allak bullak ediyor. Erkeklere bakıyoruz. Erkeklerde de ciddî anlamda helâl haram ve ahlâkî ölçülere dikkat etmek gibi hassasiyet noktalarının çok da gündemlerinde olmadıklarını görüyorum çoğunun. Üslûp ve ifadelerine dikkat etmiyorlar. Yani haramla meşgul olmak, bir kadınla çay içivermek, parantez arası görüşmeler yapmak normalmiş gibi davranıyorlar ve ‘ne var bunda’ diyebiliyor. Artık kalite gerçekten çok düştü, ahlâkî zaaf çok arttı. Öyle yanlış, öyle akıl almaz örnekler duyuyorum ki birinci ağızdan. “Allah’ım, Sen bize iyi ekmek veriyorsun, Sen bizi musîbetlerden koru diyorum.” O kadar kötü durumdayız. O açıdan bugün erkeğinin desteği olmadan bir kadının evliliği yürütmesi zor. Erkeğin de tek başına çaba sarfederek bir evliliği yürütmesi zor. Evliliği kaliteli bir şekilde yürütmekten söz ediyorum... 

Sosyal medya meselesine geçecek olursak... Sosyal medyanın etiği nedir?

Etik insanın önce kafasında ve yüreğinde olmalı. Hangi alana girersek girelim, o alanın yanlış kullanım yolları ve yöntemleri vardır. Neye el atarsak atalım bir doğru tarafı ve doğru işleyişi vardır, birde yanlış işleyişi vardır. Şu anda biz akıllı telefonlara kendimizi teslim etmiş durumdayız. Akıllı telefonların aklına göre hareket ediyoruz. İnsanlar önceden yeni bir şey aldıklarında gizlerlermiş. Bir taksici beyefendi yolda giderken bir şey anlatmıştı, inanılmaz derecede beni etkiledi. Hâlâ anlatırken gözlerim yaşarıyor. “Bizim durumumuz iyi idi, fakat mahallemizde fakir bir aile vardı, dedi. Babam bana yeni pantolon almıştı. Annem komşunun oğlu imrenmesin diye dizini yama yapmıştı” dedi. İşte böyle harika örneklerimiz var ve harika bir kültüre sahibiz. Çocuğunun pantolonunun dizini yamalayarak. “Onun var da benim yok” diye üzülmesin düşüncesiyle bu şekilde hareket ediyor. Yine eskiden, file ile değil de bez torbalarda yiyecekleri götürürlermiş, alamayanlar imrenmesinler, canları çekmesin diye. Şimdi yemeklerin önünde, falanca lüks restorandayım, falanca kokteyldeyim, şuradayım, buradayım diye, kendimizi teşhir etmek için azamî gayret gösteriyoruz.

İnsana değer katan şey yemek yediği restoran değildir

Ailelerin mahremiyeti kalmadı. Sosyal medyada durum öylesi hastalıklı bir hal aldı ki, insanlar farklı mekânlardan bildirim ve paylaşım yapmak için yaşıyor sanki. Bu konuda ne dersiniz?

Bunların çoğu aşağılık kompleksinden, kendini beğendirme ihtiyacı ve değersizlik duygusundan kaynaklanıyor. Dizileri izleye izleye, lüks restoranlarda hep güleryüzlü, hiçbir sıkıntısı olmayan, hep lay lay lom, hep tebessüm, hep giyim kuşam, ayakkabı, çanta. Makyaj, gösteriş. Bunlarla oyalanan insanlar, çevrelerinde de böyle şeylere itibar eden insanları çekiyor. O insanların gözünde değer kazanabilmek için, “Oo o da şuradaymış. Bak biz de oraya gidelim” Millet orada biz orada değilmişiz gibi sadece sosyal onay almak, dikkat çekmek ve ilgi görmek, “bak o da oradaymış” dedirtmek için. Burada derin bir onay alma, itibar görme, kendisini daha iyi gösterme ihtiyacı var. Bu başlı başına bir sorun. Bizim bunu aşmamız lâzım. Tabiî bunun bir tık evveline bakacak olursak, çoğunlukla ailede sevgi ve değer göremeyenlerin içine düştüğü bir çıkmaz bu durum ne yazık ki. Kimileri de, zamanın trendi bu diye böyle davranıyor olabilir. Fakat sebebi ne olursa olsun, insanın zamanını, enerjisini ve yapması gerekip de fark etmediklerinin üzerini örten bir kamuflaj unsuru olmaya devam ediyor. İnsana değer katan şey, yemek yediği restoran değildir. Parası olan herkes gider oraya. Parası olmayanların da illa gitmesi gereken bir şey değildir. Fakat biz kendimizi oraya gidenler gibi görmek, bizde sizdeniz demek için bir aidiyet duygusu içerisinde bunu yapıyoruz. Hz. Ömer (ra) buyuruyorlar ki. “Başkalarını değiştirmek istiyorsan önce sen değiş.” Sosyal medya almış başını gidiyor olabilir, insanlar şöyle şöyle hareket ediyor olabilir, çok uygunsuz şeyler yapıyor olabilir. Ben takip etmek zorunda değilim. Onlara göre ve onlar gibi hareket etmek zorunda değilim. Ben sizden değilim, ben sizin anlayışınızı benimsemiyorum, diyerek kendi tavrınızı koydukça, inanıyorum ki, bu da böyle düşünen insanlara cesaret verecek ve onlarda kendi aralarında bunu yaygınlaştıracaklardır inşallah.

Öfke toplumu olduk. İnsanlar birbirlerine yüksek perdeden sesleniyor ya da en ufak bir meselede huzursuzluk çıkabiliyor. Bu hususta aile bireylerine tavsiyeleriniz neler olur?

Bence öfke toplumsal sıkıntılardan ziyade, aile içinde yaşananlardan daha çok oluşuyor. Bir insana öfkelendiği zaman, öfkesini nasıl kontrol edeceğini söylemek anlamlı, ama o insanı her an öfkelenecek halde bulundurmamak için birşeylerin yapılması daha anlamlı. Bir insan çevresindekiler tarafından onaylanmazsa ciddî kırıklık yaşar. Çevresindekiler tarafından beğenilmezse ciddî kırıklık yaşar. Meselâ konuşurken dinlenilmezse, konuşurken hesaba katılmazsa, doğru bir fikri olduğu halde alay edilirse, bu içten içe dışarıdakilere öfke biriktirir. Ya ânında tepkisel bir tavır koyar ve kendini ifade eder ya da içine atarak öfkeye zemin hazırlar. Bir insan aciz olduğu, çaresiz olduğu ve elinden bir şey gelmediği zaman öfkelenir. Ve eğer insanın içinde bir savaş varsa, bu öfke aslında bu savaşın ifadesidir. Bir yangının bir çığlığıdır öfke. Onun için patolojik durumlar dışında, öfke kontrolü sözünü ben çok anlamlı bulmuyorum. Maksat öfkelendirmemek. Maksat bir insanın öfkelenme kaynaklarını anlamsızlaştırabilmek. Hem bu yönüyle, hem de o insanın sosyal çevrede ve özel dar alandaki aile bireyleri içerisindeki iletişimlerle o insanın kendisine olan güveni, kendisine olan saygınlığını, benlik değerini arttıracak şekilde davranmak lâzım.

Önce ebeveynler kendilerini düzeltsin

Evlâtlarını Müslüman birer birey olarak yetiştirmek isteyen ailelere mesajınız nedir? Önce nelere dikkat edilmesi lâzım?

Bence öfke toplumsal sıkıntılardan ziyade, aile içinde yaşananlardan daha çok oluşuyor. Bir insana öfkelendiği zaman, öfkesini nasıl kontrol edeceğini söylemek anlamlı ama o insanı her an öfkelenecek halde bulundurmamak için birşeylerin yapılması daha anlamlı. Bir insan çevresindekiler tarafından onaylanmazsa ciddi kırıklık yaşar. Çevresindekiler tarafından beğenilmezse ciddi kırıklık yaşar. Mesela konuşurken dinlenilmezse, konuşurken hesaba katılmazsa, doğru bir fikri olduğu halde alay edilirse, bu içten içe dışarıdakilere öfke biriktirir. Ya ânında tepkisel bir tavır koyar ve kendini ifade eder ya da içine atarak öfkeye zemin hazırlar. Bir insan aciz olduğu, çaresiz olduğu ve elinden bir şey gelmediği zaman öfkelenir. Ve eğer insanın içinde bir savaş varsa, bu öfke aslında bu savaşın ifadesidir. Bir yangının bir çığlığıdır öfke. Onun için patolojik durumlar dışında, öfke kontrolü sözünü ben çok anlamlı bulmuyorum. Maksat öfkelendirmemek. Maksat bir insanın öfkelenme kaynaklarını anlamsızlaştırabilmek. Hem bu yönüyle, hem de o insanın sosyal çevrede ve özel dar alandaki aile bireyleri içerisindeki iletişimlerle o insanın kendisine olan güveni, kendisine olan saygınlığını, benlik değerini artıracak şekilde davranmak lazım.

Röportaj: N. Nur ENER / İstanbul

Etiketler: nur ener
Okunma Sayısı: 5725
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı