Ortamı ‘ihanetçiler’e bırakmamak.
En masum ve korunaklı teşekküllerde bile, geçenlerde dikkat çekilen ‘ihanet adamları’, ‘menfaatçiler’, ‘benciller’ ve ‘ibadetçiler’ gibi insanlar vardır.
İbadetçilere karışılmaz.
Ticaretçilere de başkasının hukukunu çiğnemediği sürece karışılmaz.
İhanetçiler için de iş, taban olarak isimlendirilen ve çoğunluğu oluşturan ibadetçilere ve ticaretçilere düşer.
Vücuttaki hain hücreler savunmacıların, yapıcıların ihmal durumlarına göre harekete geçerler.
Suçun şahsîliği vardır, haini ayıklamak esastır. Kur’ân’a göre, içinde yüz cani de olsa bir masum varsa o gemi hiçbir adaletli kanunla batırılamaz.
Bir yerde ihanetçilerden tahrip varsa orada bir güvenlik ihmali vardır.
İbadet, kişiyi sadece kendi ile Rabbi arasındaki ilişkilerde bırakmaz. İbadetin birey, aile ve cemiyet hayatına dönük pek çok düzenlemeleri vardır.
Mü’minsen etkinsin demektir. Mü’minin, problemlere eliyle, diliyle ya da kalbiyle müdahale etme sorumluluğu vardır.
Mü’minin ibadeti hayatın her alanında feraseti netice vermelidir.
Minberde olan halifeye, ‘Seni kılıcımızla düzeltiriz’ diyen, ticaretçi, ihanetçi değil, tabandaki ‘ibadetçi’ dir.
Tavan tabana göre şekil alır. Partilerin, cemaatlerin, insan topluluklarının tabanı ne kadar hak ve hukukunu arar ise, tavanı da ona göre oluşur.
Bediüzzaman, cehaletle hukukunu bilmeyen safderunların, ehl-i hamiyeti dahi müstebit edeceklerine, günahlara sürükleyeceklerine işaret etmiştir.
Her ortamın ibadet düşkünleri, ticaret düşkünleri yani menfaat düşkünleri, ihanetçileri, yani en küçük bir durumda gemiyi terk eden, hain odaklarla işbirliği yapabilen, hak ve hukuka riayet etmeyen ve bildiklerine, inandıklarına, söz verdiklerine ihanet edenleri olabilmektedir.
Burada problem onların varlığı değil, onların serbest bırakılmalarıdır.
Aynı durum menfaatin ön planda olduğu siyasî arenalarda da geçerlidir.
İlginçtir, siyasete girmiş, milletvekili yapılmış ibadetli, ahlâklı, haram ve helâle itina gösteren bazı ‘dürüst’ler, içinde paranın olduğu, ihalelerin olduğu meselelere karışmıyorlar. Bunu da güya dürüstlük adına yapıyorlar.
Böyle bir adım tam da menfaatçilerin işine gelen bir durum değil midir? Ne güzel soran yok, soruşturan yok.
Oysa menfaatçiler, bir komisyonda hileye imza atmayan demokrat, hak ve hukuku gözeten, dürüst ve ibadetli ‘biri’leri varsa, gelişmeler ona göre olacaktır.
Meydanı ihanetçilere bırakmak, önce Demokratların veya ibadetçilerin vebalidir. Acı ki ihanetçiler; menfaatçilerden, ibadetçilerden daha cesur, daha atak ve daha kararlı çıkıyorlar. Ama hak ve hakikat taraftarları hakkın hatırını âlî tutmuyorlar. Hak ve hakikat zayıf ellerde sahipsiz ve zayıf kalıyor.
İnsanın olduğu her yerde her an hastalanmalar, etkilenmeler olabilir.
İnsan, maddî vücutta bir mikrop gibi manevî mikrop olan ‘nefis’ taşıyor. Onun için savunma sisteminin sağlıklı işlemesi lâzımdır. Köpekler bağlı ise kurtlar işbaşındadır. Denetimi sağlıklı yapılmayan, hesabı sorulmayan, istişaresi edilmeyen hangi ortamda böyle arızalar çıkmaz?
Hele hele siyaset gibi, doğruluğu ölmüş, güveni dibe vurmuş kaygan zeminlerde, tedbirin daha bir güçlü işletilmesi lâzımdır. Yoksa, hastalanmak kaçınılmazdır. Siyaset de cemaat de ‘hainler’ini ortaya çıkarıp, onların kınanmasını ve cezalandırılmasını sağlamalıdır. Yoksa masum sayılmazlar.
Hainlere karşı kandırıldık, aldatıldık gibi lâflar kurtarmaz.
Kişi kandırılabilir, ortak akıllar, heyetler, istişare edenler kolay kandırılamazlar. Kişiler dahi de olsalar, heyetler karşısında etkisizdirler.
O zaman, ‘Sebep olan yapan gibidir’ gereği, haine karşı tedbirsizlik de hainlik olmaz mı?