"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hevesatı uyandıran romanlar fayda vermez

Sebahattin YAŞAR
02 Ağustos 2017, Çarşamba
Batı medeniyeti ürünü olan romanlar dünyevî bir bakış açısı ile kaleme alınıyor ve hayali kurgularla nefsi hevesata teşvik ediyor.

İçinde insan hislerini tahrik ile bir hissi sürükleyicilik barındırıyor. Tabiî ki bu o romanların san’attan, edebiyattan yoksun olduğu anlamına gelmiyor.

‘Peki okuyucuyu hakikate, hayatın gerçeklerine taşımak gibi bir misyonu var mı?’ derseniz, o da yok. Olmalı mı? Bence yıkıma götüren, neden ayağa kaldırmasın? Yani tahrip serbest de, tamir yasak mı?

Hakikatin içinde olduğu halde, onlara gereken zamanı ayırmayıp, ciddî zaman dilimlerini hevesatı okşayan, gerçek dışı dünyaya insanları sürükleyen bu eserlere vermek, hakikatin emanetçilerine hiç yakışır mı? Yorum sizin.

Batı Medeniyetinin ürünü olan bu eserlerin yazarları hakikî anlamda, ‘Kâinat neden var, insan necidir, nereden gelmiş ve nereye gidiyor?’ gibi sorulara sadece akıl penceresinden cevaplar bulmaya çalışmış, çoğu kez de bu soruların cevapları ciddî gündeme alınmamış. Öyle ki milyonlar satan romanların yazarı olan Zweig dahi kendini, eşini intihardan alıkoyamamış.

Bediüzzaman, Batı’nın tek bir ilâçmış gibi sunduğu romanlarının, insanlığa hakikî fayda veremeyeceğine dikkat çekiyor ve ‘Kitap gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat! Meyyit hayat veremez.’ diyor.

Peki bu romanları okuyanlar açısından durum nedir? Öncelikle okuyucu her şeyi mihenge vuracağı hakikatleri dünyasına katmalı değil midir? 

Bediüzzaman, bu eserlerin doğup geldiği Batı medeniyetini tahlil eder ve ciddî bir tehlikeye dikkat çeker:

‘Hem tiyatro gibi tenasühvari, mazi denilen geniş zamanın hortlakları gibi şu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.. ‘Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş hem insanın yüzüne fasık bir göz takmış, dünyaya bir alüfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred tanımaz.’

‘Güneşi gösterirse sarı saçlı güzel bir aktristi karie ihtar eder. Zahiren der: ‘Sefahat fenadır, insanlara yakışmaz.’, ‘Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki sefahete öyle müşevvikâne bir tasviri yapar ki ağız suyu akıtır, akıl hakim kalamaz. ‘İştihayı kabartır, hevesi tehyiç eder, his daha söz dinlemez. 

‘Kur’ân’daki edepse hevayı karıştırmaz.. ‘Hakperestlik hissi, hüsn-ü mücerred aşkı, cemal-perestlik şevki verir hem de aldatmaz.’ (Sözler)

İşte Batı Medeniyetinin mahsulü olan romanlar ile İslâm Medeniyetinin mahsulü olan edebi çalışmalar arasındaki fark budur. Birisi insanı hak ve hakikate dâvet edip insanlığa faydalı âlimler yetiştirirken, diğeri dünya düşkünleri, ahiret körleri gafiller çıkarmaktadır.

Batı’da, sizce değişik alanlardaki çalışmalarıyla tanınmış pek çok ünlünün hayatını intiharla kapatması neyin göstergesidir?

Bir eserde okuyucuya ‘doğru’ diye takdim edilen şey neye, hangi inanca, hangi kültüre göre doğrudur? Bunu okuyucunun bilmesi çok önemlidir.

Dolayısıyla Batı kaynaklı eserleri okurken sağlıklı bir alt yapıya sahip olarak okumak lâzımdır. Evvelâ, Yaratıcının hangi insanı, hangi duygu yoğunluğu ile yarattığını, o baskın duygunun alt-üst eşiklerini bilmek lâzımdır.

Meselâ Zweig’in Acımak romanında geçtiği üzere, engelli yaratılan bir insanın o engel durumunu o insana zulmedilmiş gibi bir anlayışla ele almak ne kadar doğrudur? Yaratıcının kuluna verdiği durumu, Yaratıcı zaviyesinden ele almak daha anlamlıdır. Her hali sadece akılla değerlendirmeye kalkmak insanı çıkmazlara sevk eder. Nitekim kişiye verilen musîbetin, doğru okunabildiği zaman o kişi için pek çok hayırlar, uyanışlar da ihtiva edebildiği bilinmektedir.

Allah’ın şefkatinden fazla şefkat kulluğun edebine zıttır. İnsana verilen duygular ve haller sadece dünyevî hayatın gereklerine dönük değildir.

Zaten yazarın, belki kendi hayatının da sonunu getiren şey, öldükten sonra yeni bir hayatın varlığına inanmaması ve dünyadaki, ülkelerdeki zulümlerin bitmeyeceğine olan inancı, yani tükenen ümididir.

Oysa insan, kuldur; kulluğundan imtihandadır. Kulun, Rabbinin fiillerini, onun hikmetlerini tamamıyla akletmesi mümkün değildir.

Okuyucu için önce mihenk lâzımdır. Onun için, ‘İki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir’, ‘Herbirimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır’ hakikati bize, neye ne kadar ehemmiyet vereceğimizi işaret ediyor.

Okunma Sayısı: 1816
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı