‘Çok güzel hizmetler yapıyorum, hiç de bir muzır mani ile karşılaşmıyorum’ demek pek mümkün değil gibi.
Hatta öyle ki, meşakkat oranında makbuliyet akla geliyor. Sıkıntısız, tasasız, kedersiz, dertsiz kim iman Kur’ân hizmeti yapmış ki? Böyle bir örnek yok.
Hatta asr-ı kıyamette, yani günümüzde en az zayiatla en büyük hizmetlerin yapıldığı önceki asırlarda görülmemiş bir örnek. Yani günümüzde sıkıntı az; ücret, netice büyük. Bu da bu asrın bir hususiyeti.
Bütün peygamberler çok zor şartlarda hizmet etmişler. Peygamberlerin varisleri olan âlimler de öyle. Çektiği meşakkati o âlimin adeta derecesini göstermiş. Onun için Zübeyir Gündüzalp’in, ‘Meşakkat bizim gıdamızdır’ cümlesi bir hayat tarzına dikkatleri çekiyor.
Nitekim Üstad’ın sadık talebesi Zübeyir Gündüzalp’in kendi hayatında yaşadıklarına bakıldığında, Risale-i Nurlardaki, ‘Zahmette rahmet vardır.’ ‘Sıkıntı alâmet-i makbuliyettir.’ ‘Size meşakkatte büyük rahat var.’ gibi cümlelerin bizzat hayatında yaşandığını görmek mümkündür.
Okuma programındaki gençlerle yaptığımız derslerde genelde soruların cevaplarının Zübeyir Gündüzalp’in hayatında bulunduğuna dikkatler çekildi.
Bundandır ki, saff-ı evvel ağabeylerin hayatlarını ve Üstad’ın onlara verdiği rolleri bilmek lâzım ki, bir tavır ve tutum karşısında nasıl adım atmak gerektiği anlaşılsın.
İman ve Kur’ân hizmetlerinde bulunmak isteyenlerin öncelikle dikkate almaları gereken şeylerden birisi, hayırlı işlerin muzır manilerinin her zaman olabileceği gerçeğini gözardı etmemektir.
Hizmetler meleklerle yapılmıyor. Elbette işin içine insan unsuru giriyor. Haliyle insan varsa, ne yoktur ki! Her insan pek çok farklı alanlarda imtihan muhatabı olduğundan, elbette ona göre yola çıkmak daha sağlıklı olacaktır.
Burada aslolan kişiyi konuşmak, kişiyi yorumlamak, kişinin tavır ve tutumu ile, duyguları ile, mimikleri ile meşgul olmak değil; kişinin istifade edebileceğimiz kabiliyetlerini hizmette kullanmak, istifade etmek olmalıdır. Tabiî kişinin kabiliyeti hizmet ederken, tavır ve tutumları çelişmemelidir.
Kendi içinde tutarlı olanın, dış dünyadaki gelişmeleri de karşılaşabileceği zorlukları da göze alması kaçınılmazdır. İman ve Kur’ân hizmetlerinde bulunanların manen de güçlü olması lâzımdır. Manevî olarak dedikoduyu, gıybeti, iftirayı, su-i zannı, hileleri, yalanları görebileceğini dikkate alması gerekiyor. Yine bu yola çıkanın maddî olarak zarara uğramayı, yorulmayı, dışlanmayı, terk edilmeyi, yalnız bırakılmayı, küsmeye zorlanmayı göze alması gerekiyor.
Bu hizmetlerde aslolan Allah’ın rızasını her daim gözetebilmektir. Bu da kolay değildir. Ama zaten onu anlamlı kılan da, puanlı kılan da zor olmasıdır.
Kendini bir dâvânın sahibi olarak görmek, o ait olduğunu hissettiğin dâvâ ile ilgili ne gibi zorluklara katlandığını, onun uğrunda nelerini kaybettiğini, nelere dayandığını, ne gibi fedakârlıklar yaptığını akla getirir.
Bu muzır maniler bazen dışarıdan müdahaleler şeklinde olurken, bazen de içeriden karıştırma, fitne çıkarma şeklinde tezahür edebilmektedir.
Önemli olan kimin ne dediği, ne yaptığı, ne konuştuğu ile ilgili değil, Rabbin katında rızasına muvafık neler yapabildiğin sorusunu sürekli zihinde canlı tutabilmektir. Öyle olursa bütün dünya küsse bile ehemmiyet arz etmeyecektir.
Başta Peygamberimizin (asm) ve asır mücedditlerinin iman ve Kur’ân dâvâsında ne gibi güçlüklerle karşılaştıkları düşünüldüğünde bizlerin cennetasa iklimlerde hizmetlerle nasiplendiğimiz akla geliyor.
Hizmet kalitenizi onun uğrunda neler çektiğiniz, nelere katlandığınız, nelere sabrettiğiniz belirliyor. Gidişe bir tat katamıyorsanız bari, gidişin tadını kaçırmayın yeter.