Türkiye’de, tatlı bir dalgalanmaya vesile olan ‘İttihad’dan Yeni Asya’ya’ buluşmaları, ciddî katılımlarla hafta sonu Şanlıurfa ve Adıyaman’daydı.
Gerek Yeni Asya Yönetim Kurulu Başkanının ve gerekse Genel Yayın Müdürü’nün konuşmaları bu topluluğun nasıl bir tarihî bir serüvene sahip olduğunu çok ciddî şekilde ortaya koyuyordu.
Doğrusu, meselâ çok da okuma alışkanlığı olmayan bir gencin Türkiye’nin yakın geçmişindeki birbirinden karmaşık bu kadar çok olayları sağlıklı anlayıp anlayamayacağı düşünülmesi gereken bir konudur. Ama burada da kişinin aklı çok ermese de, çok bilgisi olmasa da, muhakeme yeteneği bulunmasa da içinde olduğu şahs-ı maneviye itimat etmesi işi çözecektir. Böyle bir teslimiyet, kafa fenerini, ortak aklın önüne koymaktan daha isabetlidir.
Yani bir 27 Mayıs deyince, 12 Mart deyince, 12 Eylül deyince, 28 Şubat deyince, 15 Temmuz deyince bir gencin zihninde neler canlanacaktır? Bu paylaşılan tarihî alt yapı bilgileri olmadan günümüzün meseleleri nasıl yorumlayacaktır? Bu hakikaten zor bir durumdur.
O zaman ne yapıp edip, topluluklar kendi tarihî geçmişlerini genç kuşaklara anlatmak durumundadırlar. Yoksa kökü olmayan bir ağaç gibi gelecek inşası söz konusu olamayacaktır. Böyle bir kişi de elbette kendini sağlıklı şekilde konumlandıramayacaktır.
Gerçi okuyarak, araştırarak, tahkik ederek, ciddî bir emeğin mahsulü olan bir araştırma ile kaç kişi içinde olduğu topluluğu biliyordur? Veya ‘Siz kimsiniz?’ dendiğinde ne kadar doğru ve sağlıklı bilgilerle bu tanıtım yapılabilmektedir?
Bırakın böyle zorlu bir yolculuğu, kendi yazarlarının bizzat yaşayarak kaleme aldıkları kitapları bile takip etmekten uzak bir anlayışla nasıl dâvâ adamları meydana gelecektir? Önce o zaman bu probleme çare bulunmalıdır?
Hatta zaman zaman, kendimizin başkaları gözünde nasıl göründüğümüzün bilinmesi için muhalif görüş ve düşüncelerden de istifade etmek lâzımdır. Eleştirileri dikkate almak, özeleştiri yapabilmek sağlıklı yapıların olmazsa olmazıdır. Ama biz kendimizi nasıl tanımlıyoruz bunu bilmek önceliklidir. Aksi halde sadece eleştirilere yoğunlaşmak muhalefet nazarını ön plana çıkaracaktır.
Mesele hak arayışı ise, hak kimin elinde olursa olsun ona müşteri olunmak esastır. Kişinin içinde olduğu dâvâyı en ince noktalarına kadar bilmesi onu yaşamayı kolaylaştıracaktır. Onun için mümkün mertebe zihne gelebilecek soruları sağlıklı şekilde ilgililerin cevaplandırması veya konu ile ilgili kitapların takdim edilmesi bir gerekliliktir.
Yani düşünün ki, üniversiteye yeni başlayan bir gencimiz içinde olduğu topluluğun bu kadar derinlikli mazisini nasıl öğrenecektir? İşte bu noktada yazılı kaynaklar imdada yetişecektir. Veya gençlere özel programlar ihdas edilmelidir.
Her bir topluluk ferdinin, hangi topluluk olursa olsun, içinde olduğu grubu doğru anlayabilmesi için, yazılı kaynaklara ulaşması gerekir.
Doğrusu insanın içinde olduğu topluluğu tahlil etmesi ve eleştirel bir anlayış içerisinde anlayabilmesi de çok kolay gözükmüyor. Çünkü muhabbet nazarı kusuru görmeyecektir. Ama körelmemek için bu kaçınılmazdır.
Eğer kişi sadece dinleyerek içinde olduğu topluluğun bilgisine sahip olmuşsa, o zaman o bilgiler kişiden kişiye farklılık arz edeceğinden, kişi içinde olduğu toplulukla ilgili çelişkilere düşebilir.
İşte Yeni Asya’nın ‘İttihad’dan Yeni Asya’ya’ isimli broşürü ve “Risale-i Nur’un Medyadaki Dili” isimli kitabı bu noktadan çok anlamlı gözüküyor. Kendini bu topluluk içinde tanımlayanların bu eserleri okumaları şarttır.
Gençler bu kitapları okumazsa veya onlara anlatılmazsa, o zaman eldekilerin kıymeti bilinmez. Bu kıymet bilinmeyince de, kıymeti bilinmeyen şeylerin kaybedilmesi kolay olacaktır.
İşte bugün Yeni Asya topluluğunun görüş ve düşüncelerini isabetli kılan şey, Kur’ân’ın emri olan istişareye ehemmiyet vermesi ve bir şahs-ı manevî içerisinde hareket etmeleridir. İşin sırrı buradadır. Sayıyla, imkânla, rakamla, makamla ölçülmeyen şey budur.
Yani az olacaksın, fakir olacaksın, zayıf olacaksın; ama geleceği doğru okuyup, yanılmayacaksın ve hadiseler karşısında isabet edeceksin. Bu işin sırrını bilmeyenler tarafından kolay anlaşılan bir durum olmayacaktır.
Oysa bu, Allah’a dayanan toplulukların ortak özelliğidir.