Evet, ‘kesret-i etba ve fazla muvaffakiyet’, yani ‘tabi olanların çok olması ve hep başarmak, galip olmak arzusu’, doğrusu kulağa hoş geliyor. Hatta ‘çok’luk makbuliyetin de sebebi gibi görülüyor.
Ama hakikat-i halde öyle mi?
İçinde ‘hırs’ taşıyan bu ‘çok’lu cümleler içinde mahrumiyet gibi bir tehlikeyi de barındırıyorlar. Bu hırslı arzu, pek çok insanın, topluluğun istikametini bozuyor.
Oysa Allah’ın rızası işlerin, ibadetlerin ‘çok’luğuna bakmıyor. Tarih, ‘az, ama sıhhatli’, ‘az, ama devamlı’, ‘az, ama ihlaslı’ olanların galibiyetini, makbuliyetini haykırıyor.
Konu, Yirminci İhlâs’ta geçiyor. ‘Demek hüner, kesret-i etba’ ile değildir, belki hüner, rıza-i İlâhiyi kazanmaktır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile ‘Herkes beni dinlesin’ diye vazifeni unutup, vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.’ ‘Madem çok sevap istersin, ihlâsı esas tut ve yalnız rıza-i İlâhiyi düşün.’
Hırsla ‘çok’un peşinde olmak, insanı yardımına muhtaç mü’min kardeşine karşı rekabete sevk ediyor. Rekabet, ihlâsı zedeliyor. İhlâs zedelenince de, yapılan ibadetin, işin azlığı, çokluğu önemini kaybediyor.
‘Evet, bazen bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünkü bazen bir tek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-i İlâhiye medar olur.’
‘Evet, ihlâs ve hakperestlik şunu gerektirir ki, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmaktır. Yoksa, ‘Benden ders alıp sevap kazandırsınlar’ düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir.’
‘Amelin ruhu niyet, niyetin ruhu ihlâstır.’ cümlesi, insanı bolca amellere değil, nitelikçe değerli amellere, ihlâslı amellere yöneltiyor.
Madem ihlâs, kömürü elmasa kalbediyor; o zaman, insan her şeyde O’nun rızasını aramalı. Her şeye O’nun adıyla, ‘bismillah’la başlamalı.
Sevap peşinde ihlâssızlıkla sevap kaybetmek hiç de akıllıca gözükmüyor.
Oysa, ehl-i iman, farklı meşrepteki mü’min kardeşini işini kolaylaştıran bir unsur olarak görmeli. ‘Benim yapamadığımı o yapıyor.’ demeli. Varlığına, devamlılığına duâ etmeli.
Evet, kazanan; sevabı çok olan değildir. Çokluk, makbuliyet alâmeti değildir. Önemli olan, olanın niteliğidir. Bu tembellik değildir, az ama kaliteli çalışmaktır.
Evet, ‘İnsanın iki günü birbirine eşit olmamalı’dır, ‘İnsanların en hayırlısı insanlara daha faydalı olanı’dır.
Buradaki ‘çok’luk, ‘daha faydalı’lık bir’i bine bedel olan ‘ihlâslı’ anlamındadır.
İhlâslı azlar, ihlâssız çoklara karşı hep galip gelmiştir. Çünkü kelimeleri hayatlandıran ve onlara tesir veren ‘ihlâs’tır.
‘Evet, rıza-i İlâhî ve ihlâs o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez.’
Yaşanan ömrün her nefesinde, ihtilâfa sebep olan rekabete düşmeden, ‘ben’ değil, ‘biz’ anlayışıyla, içinde O’nun rızası olan ihlâs’lı amellerin bollukla olması duâsıyla.