Bence, Risale-i Nurla meşgul olan bazı Nur Talebeleri veya guruplar yüksek hakikatlerle muhatap oldukları halde, o hakikatleri basit, geçici, dünyevî hatta siyasî menfaatlere alet ediyorlar, ikaz da dinlemiyorlar.
Bediüzzaman’ın, Dördüncü Mesele’deki ikazı işin çok ciddî boyutlarda olduğunu gösteriyor. Burada, ‘büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bırakıp, lüzumsuz, malayani ve afakî işlerle meşgul olur.’ cümlesi içinde olunan tehlikeli duruma dikkatleri çekiyor. Ama gelin görün ki, bireysel olarak siyasete itilen, çekilen bazı muhterisler, kendi camiasını da camiasındaki masumları da bu tehlikeli mes’uliyetin içine çekmektedirler.
Konu ile ilgili beni asıl endişelendiren ise, ‘bazen bu harp boğuşmalarını merak ile takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur, onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.’ cümleleridir.
Burada afakî dairedeki harp boğuşmalarından elbette dünya savaşlarına yüklenen bir anlam var. Peki, şu an İslâm dünyasındaki, birileri tarafından kurulmuş terör odakları; daha dar dairede ise ülkemizdeki terör ve anarşi komiteleri düşünülemez mi? Buradaki gelişmelere karşı kalben veya bir şekilde destekleyerek, oy vererek yapılan ‘taraftar’lığın mes’uliyeti nedir acaba?
Yani bu gün PKK, IŞİD ve türevleri gibi bilmem ne zıkkım isimler altındaki terör odaklarına karşı olan ehl-i imanın bakışı, duruşu, desteği veya ‘kalben taraftar olması’ gibi büyük tehlikeler karşısındaki pozisyonu çok iyi düşünmemiz gerekmez mi?
Hatta biraz daha içeriye yaklaştığımızda, bugün cemaat yapılanmaları içerisinde değişik ırklarda, renklerde, mezheplerde, dillerde kardeşlerimizin kendi ırklarında, dillerinde, mezheplerindeki kardeşleri ile meydana gelen boğuşmaları takip ederken acaba sadece ırkî yakınlıktan dolayı onların yaptıkları zulümlere, haksızlıklara, hukuksuzluklara ‘kalben taraftarlık’ gibi bir tehlike ile karşı karşıya olanlar olabilirler mi?
Durum Türk ırkçılığı için de Kürt ırkçılığı için de Arap veya başka unsurlar ırkçılığı için de geçerlidir.
Bir partiyi, bir gurubu, bir camiayı, bir teşekkülü desteklerken yani onların yaptıklarına kalben taraftarlık ihtiva edrken, aynı zamanda onların yaptıkları zulümlere de bir taraftarlık anlamı çıkmaz mı?
O zaman gerek dünyadaki boğuşmalar ve gerekse İslâm dünyasındaki ve ülkemizdeki boğuşmaları takip ederken ehl-i imanın çok sağlıklı bir yerde durması imanının, ahlâkının, kültürünün bir gereği olacaktır.
Bunun da yolu, kişinin mensubiyeti olduğu gurubu, cemaati, sivil toplumu içerisinde ‘istişare sistemi’ni işletmek ve ona göre taraftarlıkların, hatta desteklenecek, oy verilecek partilerin istişare edilerek kişileri, ağabeyleri, hatta cemaati büyük mes’uliyetten kurtarmak aklın gereği olacaktır.
Aksi halde, bir gurubun, bir teşekkülün, bir cemaatin içinde ‘kafa feneri’ne güvenenler ve adeta elinde kılıç sağa sola savuranlar acınacak bir görüntü içerisinde bulunuyorlar ve tabiî enaniyeti de güçlü olduğu için çevresinde kimsecikleri dinlemiyorlar. Ciddî siyasî boğuşmalar içerisinde, taraftarı olduğu siyasî teşekküllerin, zulümlerine, varsa maddî ve manevî cinayetlerine kalben taraftarlık bir tarafa, onları desteklemek suretiyle bizzat işleyen gibi bir sonuca da elleri bulaşmış olmaktadır.
Yani daha belirgin bir örnekle, bugün, cinayetler işleyen, polisimizi, askerimizi şehit eden PKK terörüne karşı ehl-i iman bir kardeşimizin kalben taraftarlığı söz konusu olabilir mi? Olursa bu kardeşimizin imanı tehlikeye girmez mi? Girerse, bu kardeşimiz, o hainlerin işlediği bütün cinayetlere şerik olmaz mı? Veya daha ehven gözüken teşekküllerdeki durum da aynı değil mi?
Oysa atılan, atılacak bütün adımların istişare edildiği bir meşveret yapılanmasında, kişiler bu çok ciddî mes’uliyetlerden manen ve maddeten kurtulmuş olacaklardır.
Lütfen, Nurlarla meşgulseniz meşveret yapılanmasını, her alanda ilgililerden ısrarla isteyin. Ve sonra her türlü düşüncelerinizi meşveretlerde savunun, sonuna kadar doğru bildiğiniz meşrû konularda netice almak için uğraşın, kaldırdıkları parmaklarla sonucu belirleyecek arkadaşlarınızı iknaya çalışın, ama bütün bunlardan sonra ortaya bir karar çıkınca da o kararı sonuna kadar savunun ve sahiplenin. O zaman dahili fitnelerin önünü kesmiş olursunuz.
İşte o zaman verdiğiniz oydan, aldığınız neticeden, ulaşılan sonuçtan kendinizi kurtarmış olursunuz. Çünkü istişare edilerek atılacak adımlarda isabet etse iki, etmese bir sevabı olacaktır.
Daha özel dairede bozulmaması için bütün “ben buraya aidim” diyenlerin titizlik göstermesi gereken tek şey, ‘haklı şûrâdır’, ‘meşrû meşveret’tir. Yoksa alimallah herkesin eline bir şekilde kanın bulaşması kaçınılmaz olacak, musîbet umumileşecek, tehlike büyüyecektir. Benim kanaatim Nurlardan istifade edenler, zayıf akıl fenerleri etrafında değil, güçlü şahs-ı manevî etrafında; bireysel belirleyiciler değil, ortak akıl olan ‘istişare’ etrafında kendilerini mes’uliyetlerden kurtaracaklardır.
Akıl bunu gerektiriyor.