Yücel Bey: “Ömrünün büyük kısmında aklî melekeleri yerinde olan bir insan, sonrasında aklî melekelerini kaybettiği zaman, hayatının öncesinde işlediği suç ve sevaplarından mesul olup olmadığı hususu beni düşündürüyor. Bu konuyu açıklar mısınız?"
EMR-İ MÂ-LÂ-YUTAK YOKTUR
İslâmiyet’te güç yetirilmeyen teklif yoktur. Mükellef olmak için akıllı olmak şarttır. Akıl yoksa teklif yoktur. Teklif yoksa sorumluluk yoktur. Sorumluluk yoksa günahtan söz edilemez. Kişi sadece teklif döneminden sorumludur. Aklî melekelerini kaybettikten sonraki tasarruflarından ise sorumlu değildir.
Hayatının öncesinde âkil ve bâliğ olan bir kişi, bilâhare geçirdiği bir travma dolayısıyla aklî melekelerini kaybetmiş olsa, aklî melekelerini kaybettikten sonra teklif ondan kalkar. Yani bu andan sonra yaptığı hiçbir şeyden sorumlu tutulmaz.
Fakat bu kişinin akıl ve baliğ olduğu dönemdeki mükellefiyeti ve tasarruflarındaki sorumluluğu saklıdır. Bu ayrıdır. Bu dönemden sorumludur.
Bununla beraber, Cenâb-ı Allah, sonraki hastalığına merhameten dilerse bu dönemde yapılmış hataların bir kısmını veya tamamını bağışlar, dilerse de hesap sorar.
DUÂDA SINIR YOKTUR
Balıkesir’den okuyucumuz: “Ben bazen lâtife olarak ‘Allah seni bildiği gibi yapsın’ diyorum. Bu bedduâ mıdır?”
Sözlerimizi ne kadar bulmacalıktan çıkarabilirsek o ölçüde çevremizle iletişim kurmamız kolaylaşır, o ölçüde anlaşılır insan oluruz. Nitekim bu veya buna benzer nereye çeksen giden bulmaca sözler bize de söylense, biz de “acaba bana bedduâ mı etti?” diyebiliriz.
Bu sözü bedduâ niyetiyle söylemediğiniz açık. Fakat duâ mahiyetinde bir lâtife olması için de fazla kapalı.
Bunun yerine, “Allah senin iyiliğini versin.” “Allah seni iyilikle mükâfatlandırsın” gibi açık ve anlaşılır lâtifeler yapılırsa hem duâ niyetine geçer, hem yanlış anlamalara meydan verilmemiş olur, hem lâtife yerine geçebilir.
DUÂDA LÂFIZ DEĞİL, KALBİMİZDEN GEÇEN ÖNEMLİDİR
Elif Hanım: “Bir annenin evlâdına “Seni Allah’ın birliğine emanet ediyorum” sözünde bir yanlışlık ve şirk tehlikesi var mıdır?”
Duâda ağzımızın dili değil; yüreğimizin dili önemlidir. Lâfız değil, kalbimizden geçendir önemli olan.
Annenin ve babanın evlâdına veya kişinin arkadaşına “Seni Allah’ın birliğine emanet ediyorum” demesinde bir yanlışlık veya şirk tehlikesi yoktur.
Şirke düşmek o kadar kolay bir iş değildir. Kalbin safi bir duâsı ile veya dilin kalbe halisane tercüman olmasında kullandığı kelimeler ile –bu kelime yanlışlıkla şirk ihtiva etmiş olsa bile- şirke düşülmez.
Şundan emin olalım: Allah bizi yanlış anlamaz. Yeter ki kalbimiz doğru olsun! Dil sürçmelerimizden –inşallah- muafız.
Ancak bu duânın genel kabul görmüş makbul sadefi şöyledir: “Allah’a emanet ol!”
Bu sadef, yukarıdaki temenniyi aynen ifade ediyor.
Allah’a emanet olun.