"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ey Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz, sana bana ölüm var!

Zeynep ÇAKIR
03 Mart 2015, Salı
Sizden biri bir kötülük gördüğünde gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin, yetmezse diliyle düzeltsin, onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğzetsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.” (Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd)

Ahlakî yozlaşmanın kanserli bir hücre gibi içtimaî hayatımızı ifsad ettiğini bu son hadiseler ciddi bir şekilde gösteriyor...

Buna rağmen her zihniyet mensubu kendi görüşünün doğrultusunda günah keçisi arayıp, hedef şaşırtması yaparak bu içtimaî yaranın; ortak yanlışların mahsülü olduğunu görmemezlikten geliyor.

“Suçlu kadın” diyor biri; diğeri erkeklere veryansın ediyor... Bir başkası “bizi bu diziler mahvetti” öbürü cehalet ve bizim dindar camia da; dini yaşamamak tesbitinde odaklanıyor.

Hepsi doğru fakat elde 1’i seçip diğerlerini dışlayınca tek doğru sandığımız şey de elimizde ve çözümsüz laf üretmelerle kalıyor. Ve biz böyle yaparak; bu amansız çürümenin üstüne toprak atmaktan ve “ben yapmadım o yaptı örtmenim” kaypaklığından bir adım ileri gidemiyoruz...

Çok saygı duyduğum bir hanım yazar; “itiraf kültürü ile kötülüğü deşifre etmenin problemi çözmek yerine duyarsızlığı ve kanıksamayı daha ateşleyerek cürümleri olağan hale getireceğini savunarak kıyasıya eleştiriyor ve bu Hırıstiyan kültürünün bir özelliğidir. Bizde ise kötülüğün de iyiliğin de üstünü örtmek reklamını yapmamak asıldır” manasında görüş beyan ediyor....

Oysa; benim görüşüm ve günlerdir kafamın içinde dönen sorular sayın yazarın tam aksine bir yerde yoğunlaşıyor... Teşhircilik başka şey; kötülüğün üstünü zayıflık, acizlik, yargılanma, etiketlenme korkusuyla kapatmak bambaşka şeydir...

Diyelim ki, çok sevdiğimiz bir komşumuz... Gencecik; İstanbul denilen yer, gurbetin tam orta yeri onun için... Zira; kan bağı olan bir akrabası yok yanında, civarında... Koca dayağı yeyip şişmiş, morarmış göz kapaklarının ve göz altlarının ayıbını “merdiven trabzanına çarptım, falan yerde düştüm” vs diyerek kimsenin inanmayacağını bile bile örtbas ederek taşımaya çalışıyor...

Şimdi biz; yaşadığı utanca ve söylediği yalana ortak olma acizliği ile mi kötülüğü kaldırıyoruz ortadan?

Sanki çok yorucu bir iş yapmış gibi rahat-ı kalple abdest alıp namaz saflarına durduğunda o koca denen vicdansıza; hangi babayiğit erkek; “komşu yaptığından utanmıyor musun?” diye karşı koyuyor görmedim, bilmedim, duymadımların kahredici zelilliğini yaşamıyor...

Veya siz söyleyin: Bir kartoloş ve kalantor güya dindar bir patronun ikinci eş olmaya zorladığı gencecik kızın gözyaşlarını iki kuruşluk işinden olma korkusuyla hangi civanmert hanım çalışanlar kadınlık izzeti gayretiyle siliyor?

Bir başka yerde; genç güzel bir hanım sadece bu iki özelliğinden ötürü kendi yaşında iki kızı olan ve ahlak ve güzellik timsali hanımını kendi uğruna saçından sürüye sürüye kapı dışarı ederek kovan adamın 2. eşi olma vicdansızlığıyla cemiyet içinde dolaşırken; bir toplum dışlamasına maruz kalmak şöyle dursun; mevkiinden ötürü çevresinde önceki eşini tanıyan, iyiliğine şeksiz şüphesiz şahadet eden ve hatta hizmet mensuplarınca kabul görüyor; “ne yapalım onların ailevî meselesi bizi aşar” denerek üstüne bir de arka çıkılıyor...

İkinci eşliliğin tarihimizdeki uygulamalarının bu olmadığı; metresliğin, din kılıfına geçirilmişliğinin dik alası olduğunu bile bile bu ahlaksızlığa isyankâr veya hiç değilse protesto eden bir duruşu ehl-i hak olması icap edenler neden sergileyemiyor?

Hergün anası, kardeşi, dille elle şiddet görürken büyüyen ve kendisinde de ahlakî bir meziyetin varlığı gözlenmeyen şu elim hadisenin canisi kadar olmasa da; psikolojik rahatsızlığı olanlar yok mu çevrenizde? Fakat gün geliyor; babası tarafından iki kuruş servetine tamahla böyle bir çocuğa güzelim masum bir kız verilerek dünyası karartılıyor... Gıybetin meşru olduğu nadir yerlerden biridir bu hal.. “Aman kardeşim o aileye kız verilmez, etme eyleme” demek çok mu büyük kahramanlık gerektiriyor? Ya da o çocuğun ıslahı için hangi gönül insanı elini taşın altına koyuyor... O zaifeleri canavar babanın elinden kurtaran eski cemiyetin yaptırımları; bir; ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ın pespaye mantığına kurban edilmiyor?

Ah hele bir de; herşey olup bittikten sonra ağlamalarımız yok mu? Vicdanımız sızlıyor derken bile gizliden gizliye; “ohh iyi ki ben bu halde değilim”in bencilliğini konuşturmalarımız.... Tesellimizde bile benmerkezcilik yakamızı bırakmıyor....

Koca evinde şiddet gören kaç ana yavrusu babaevine kabul edilmiyor...

Kayınvalideler, beli bükülmüş ihtiyarlar gelinlerin hayırsız evlatların çoğu kez dillerinden bazen de ellerinden eziyet çekiyor...

Bütün bunlar “bir kötülük gördüğünüzde elinizle dilinizle düzeltin bunu da yapamıyorsanız kalbinizle buğzedin” emrinin getirdiği merhamet medeniyetinin “mim”i düşmüş enkazında debelenen biz mirasyedilerin gözü önünde olup bitiyor...

Diziler sosyal medya şu-bu; olanca olumsuz etkilerine rağmen bence çok afakî yorumlar ve kabahatin üzerine atıldığı modern zamanların altın çuhalı eşeği olmaktan başka değer taşımıyor...

Göz kıyameti yaşarken yapay bir acımayla geçiştirdiğimiz ve seyirci kaldığımız her bir kötülüğe işte bu yüzden sadre şifa çözümler bulunmuyor...

İçtimaî ve manevi buhran; İslamın selam ve barış içeren güzel ahlak prensiplerini hayata geçirmedikçe maalesef ehl-i diyanetin kapısından da uzak kalmıyor. Bunları itiraf etmek ve çözümler üretmeye çalışmak da amel-i salihin bir cüzüdür ve ahlakî dejenerasyonun tamirinde gerekirse itiraf olur. Buna da; nefis muhasebesi denir, duyarlılık testi denir, özeleştiri yapmak denir. Eski cemiyetin kötülüğe prim vermeyen yapısı kadar kötülere nefes aldırmayan amansız bir mahalle baskısı meğer ne iyi şeymiş... Her cürmü işleyen bıçkın kabadayıların bırakın ehl-i namus insanlara tasallutunu belki mahallenin bir nevi koruma memurları olduğunu tarih bize anlatıyor... Uluorta serkeşlik yapmaktan onların bile ar ettiği bir cemiyetin varlığı çok da geçmişte kalmadı aslında... Allah’tan korkan, kuldan utanan, milletten ayıp diyenlerimizi arttırmak, vicdanlar üzerindeki baskıyı tekrar harekete geçirmek gerek...

Cemiyeti topyekün sarsan ve her görüşten insanın kendisini de evlad ü iyalini de nereden geleceği bilinmeyen tehlikelerin ateşlerin yangınına seyirci kalınmaz, hele hele “sizin yüzünüzden, bizim yüzümüzden” gibi ihtilafa çanak tutan söylemlerle çözüm hiç olmaz... Olursa da bu yara onulmaz vesselam.

Okunma Sayısı: 5910
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Garib Doğu

    3.3.2015 14:51:35

    Hay ağzına sağlık zeyneb bacı.Sosyal derin bir yaraya parmak basmışsınız.Toplumun yüz karası bir veya birçok hastalığı mahirane işlemişsiniz.Ahlaki çöküşe dikkatları çekmişsiniz.Üstadımızda bu ahlaki çöküşü nazarlara veriyor.Ahlaki anarşi.Ahlaki bozulma.Bu konu ile ilgili Üstadımızın şu cümlesi fevkâlade önemli.''Şeriat beşere gelmiş ki beşerdeki zulüm ve istibdadı kaldırsın''Evet şeriatın geliş ve iniş nedeni,zulüm ve istibdadı insanlar arasından kaldırmak,istibdada ve zulme mani olmaktır.Bu dehşetli bela ile mücadele etmektir..Bütün kötülüklerin,bütün şerlerin kaynağı istibdad ve zulümdür.Asırlarca bu korkunç bela, insanlığı inim inim inletmiştir.Hala de bütün şiddetiyle inletmeye devam ediyor.Bir hakkın kaybolması karşısında; peygamberimiz,dalgaları semalara yükselen bir tufan gibi olurdu.Hakkı yerine oturtmayana kadar rahat etmezdi.Mazlumun hakkını verince sakinleşirdi.Toplumda bu hassasiyet büyük oranda kayboldu.Onun için sıkıntılar,acılar,ızdıraplar devam edip gidiyor...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı