"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ey hoşlanmadığım insan... Benimle değilsin... Üzgünüm!

Zeynep ÇAKIR
05 Mayıs 2015, Salı
Bilginin çok ve seri bir şekilde paylaşıldığı iletişim çağını yaşıyoruz...

Ne var ki telgrafın tellerine kuşlar mı konuyor, insan sevdiğine böyle mi yapıyor yoksa felâket tellâlları yanlış mı iletiyor bilemiyorum; tedavülde gezen şu söz ilk safhada kulağa hoş gelse de nefis "He gülüm ya" dese de vicdanlarda makes bulmuyor.

Hoşlanmadığınız veya size eziyet, sıkıntı veren insanlardan uzak durun! Kendinizi ezdirmeyin, hayır demesini bilin... hayat böyle daha güzel! 

Çok ciddî boyutlarda olan; insanın dinî ve dünyevî hayatını gerçekten sekteye uğratan kronik durumları bu itirazın dışında tutarak konuyu ele aldığımızda durum pratikte hiç de öyle görünmüyor... Bu telkin bireyselliğin, enaniyetin kendini suret-i haktan bilmenin ve gizli bir kibrin revacına ya Mevlâm verir, uzak durayım derken yalnızlığın dibini boylatır...

Çünkü hayatta bizim tercihimiz ve irademizi aşan, yakın temasta olduğumuz ve bir ömür boyu sürecek bir beraberliği omuzladığımız insanlar daha önce de vardı ve her zaman da olacak...

"Boyum gibi buldum, ama huyum gibi bulamadım" derdi büyükler; evlâdına bile içlenir de böyle söylenmekten kendini alamazdı...

Komşularınız, evlilikten doğan akrabalıklarınız, kan bağı olan yakınlarınız, iş ve okul arkadaşlarınız...

Bu topluluklar içinde muhakkak ki geçimi zor, ahlâkı biraz ağır, müşkülpesent olanlar, sizi sabır taşınızı çatlatacak derecede zora koşanlar çıkacak. Bazen de haksızca yakıştırmalarda bulunacak, sizde olmayan şeylerle itham etmekte aşırılıklara da kaçacaklar, halden anlamayacak, ön yargılı davranacak, bazen bilmem hangi damarı tutacak da sizi en zayıf noktanızdan vurup hırpalayacak. İçinizi kanatacak, ama çoğu kez belki de kasten olmadığı için nasıl incittiğinin farkına da varmayacak; ruhu bile duymayacak...

Eskinin hazımlı tahammüllü kalender insanlarına bir bakın... Hiç böyle dememişler oysa... Esip gürleyen; kızdı mı kırdığı kalp kadar kırmadığı kap kacak bile kalmayan o kabadayı kocaları için bile; "biraz asabi benim adam, ama içinde hiç kötülük yok" diyen, yaptığı her iyiliğe dil ucuyla kerhen o da kırk yılın başı duâ eden, teşekkür eden kayınvalidelere, evin huysuz büyüklerine; "napacaksın huyuna gideceksin o bir söyledi sen iki söyle ile geçim olmaz, hatır gönül bileceksin, bir iyiliğin hatırına kırk kötülüğe göz yumacaksın ki insan insana kalp kalbe soğuk düşmesin" diyen ince fikirli safi kalpli insanlar cennetiydi çevremiz... 

Hele hele; şefkat kahramanı ünvanı almış hanımlar nice hoyratlığın, nice kabalığın önünü böylesi bir zariflik ve yumuşaklıkla savuşturup yatıştırmasını bilirler idi..

Şimdi kimse keyfim kaçsın istemiyor, psikolojim bozulmasın, kimse de asabımı bozmasın... huzurum kaçmasın... Üstüne iki satırda bir bu bildirime de rastlamıyor mu; "Amaan" diyor "Bir enayi ben miyim? Kim benim canımı sıkıyor varlığıyla eziyet veriyorsa benden uzak dursun, mesafemi koyayım..."

"Yok yok o bile yetmez. Öyle bir burnumu kaldırayım ki havaya, yanıma bile yaklaştırmayayım... Oh beni üzen insanlar haydi size güle güle, bana kalsın şakşakçılar, al gülüm ver gülümcüler..."

Evet sosyal hayatta mutlu olmanın, saygın olmanın insan ilişkilerini 'ben merkez'i üzerine oturtmanın onlarca formülü tedavüle girerken Sünnet-i Seniyye düsturları ve Nebevî tavsiyeler hiç öyle demiyor halbuki...

Bakın Habib-i Ekrem (asm) neler öğütlüyor. Çok mu canın yandı, insanların anlayışsızlığından mı daraldın, varsın olsun yine de küsme kenara çekilme mesajı veriyor:

1- “İnsanların arasına karışan ve onların eziyetine sabreden mü'min, insanların arasına karışmayan ve onların eziyetine sabretmeyen mü'minden daha hayırlıdır.”

"Kıymetim bilinmediği üstelik üzerine bir de tenkit aldığım halde yaptığım işten eziyet duyuyorum. Bu ne zamana kadar böyle sürecek" mi? dediniz. 

O (asm) şöyle müjde veriyor:

2- “Hoşlanmadığınız halde yaptığınız güçlükler için, kıyamet günü karşılığını alacaksınız. Hayır ve sevap, sahibi için ahiret gününe ertelenmiştir."

3- Hem hoşlanmama sayacı nefsimizin eline verilse; nefis de kendini kusursuz, kendinden başka herkesi pür kusur görme heveslisiyken dünyasının dışına attığı insan sayıya da gelmeyecek çokluk da olacak ki bu da muhal ve absürd bir hal... Diyelim ki; komşundan dertliydin başka ev aldın kurtuldun, kayınvalide eziyeti çektin ayrıldın görüşmedin rahatladın, arkadaşın canını yaktı ilişkini kestin bitirdin..

Fakat bitiyor mu? Bitmeyecek... Bitse; buraya imtihan dünyası denmeyecek... İnsandan olmasa maldan, maldan olmasa candan muhakkak birşeyden sınanacaksın... Kaçmakla kaçılmaz, insanların yapıp ettiği ile uğraşma müsrifliğiyle boşuna iyi ameller de harcanmaz.

Zira buyuruyor Nebiyyi Zişan (asm): “Mü'min kul, kertenkele yuvasına bile girse, Hz. Allah ona eziyet verecek bir şey musallat ederdi." 

Hem biz şefkat dersini almadık mı, merhamet medeniyetinin mensupları değil miyiz? Kendi canına ve mukaddesatına kastedenlerin, masum yakınlarının hakkını gözeten bir Üstadın eserlerini rehber telâkki etmişiz.. Sırf nefsimizin üflemesinden kendimize tüy deydirmemekten uzak tuttuğumuz insanlara bedel, onun kadirşinaslığını, alicenaplığını karınca kararınca da olsa örnek almak hakikate daha uygun düşmüyor mu? Ya da gerçekten insanlardan eziyet görme konusunda biz bu halde miyiz? Fazla abartmıyor ve nefsimizi de fazlaca kabartmıyor muyuz?

“Benim ve Risale-i Nur’un mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan şefkat itibariyle; bir masuma zarar gelmemek için, bana zulmeden canilere değil ilişmek, belki bedduâ ile de mukabele edemiyorum. Hattâ en şiddetli bir garaz ile bana zulmeden bazı fâsık belki dinsiz zalimlere hiddet ettiğim halde, değil maddî belki bedduâ ile de mukabeleden beni o şefkat men’ediyor. Çünki o zalim gaddarın, ya peder ve vâlidesi gibi ihtiyar bîçarelere veya evlâdı gibi masumlara maddî zarar gelmemek için, o dört-beş masumların hatırına binaen o zalim gaddara ilişmiyorum. Bazan da hakkımı helâl ediyorum.” (Şualar, s., 373)

Hem "İnsanların en hayırlısı onlara en faydalı olandır" buyuruyor Peygamberimiz (asm)... Teşrik-i mesai içinde olmamız ve cemiyet içinde hukuku muhafaza eder tarzda bir iletişime açık olmamız gerekiyor... Sevgiye ve tahammüle niyet etmişsek eğer, velev ki 99'u da kapalı olsa; açık olan o bir kapıdan içeri girmemiz gerekiyor.. 

Zira insan medeni bir varlık... Yalnızlığa, tembelliğe düşmek, insanlardan kaçıp kendine bir dünya kurma gibi bir lüksü olmadığı gibi, elini taşın altına koymamaktan gelen insanî ilişkilerin bozulmasında dahli olunca en ilk kendisine dünyayı dar ediyor.. Ve bu Müslümanın içtimaî hayatını da zindana çeviren bir hal olmakla ceremesini de bir toplumsal tıkanmışlıkla bütün insaniyet gibi hassaten; âlem-i İslâm çekiyor...

Üstad Bediüzzaman, yapılması gerekenin bu konuda ne olduğunu yapılmadığında nasıl bir çıkmaza düştüğümüzü şu ifadelerle ikaz ediyor: "Medeni-i bittab olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar."

Bu içtimaî hastalığın tedavisine reçete olarak da yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şerifi veriyor... İnsanlardan uzaklaşmayı kendini gerçekleştirmek adına! Bir çözüm yolu bulmaya kalkan ve kendine bile hayrı dokunmayanın insanlara hayrı nasıl dokunsun? Görüldüğü üzere bu telkinler hiçbir sadra şifa sunmuyor...

Bizim gönül telimizi titreten deyişlerimiz, türkülerimiz de bile böyle bir yaklaşımın yeri yok... Sözü Yunus Emre'ye ait olan şu deyiş özümüze uygunluğuyla dilimizden düşmüyor... Haydi kabul edelim ki var; gönlümüzün uzak düştüğü insanlara bile hakça yaklaşmanın formülünü şu yeni zaman tahripçilerinin telkininden uzak, insaf ve makuliyet sınırında ne güzel veriyor:

Bir bahçeye giremezsen,/ Durup seyran eyleme. Bir gönül yapamazsan,/ Yıkıp viran eyleme! 

Okunma Sayısı: 3217
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Said Yüksekdağ

    5.5.2015 18:56:48

    maşallah.. Zeynep ablamızdan enfes bir yazı daha.. Rabbim kaleminize kuvvet versin inşâallah..

  • A. AYDIN

    5.5.2015 18:29:32

    Yalnız bu güzel yazı bir de zeyl istiyor. Her ilişki korunmalı mıdır? Hayatımızda korunması veya çıkarılması gereken ilişkileri belirleyecek ölçü ne olmalıdır? Hz. Üstad, ziyaret için gelen bazılarını kabul ederken, bazılarını ise "mazeret öne sürüp" reddetmiştir. Kısaca hangi ilişkilere emek verilmeli, hangileri malayani görülüp ihmal edilmelidir? Madem teşhis ettiniz, deva-i illete de yeni yazılarınızda yine yardımınızı bekler, tebrik ederiz.

  • A. AYDIN

    5.5.2015 18:18:53

    Evet "Okumayana 9 hoca, geçinmeyene da 9 koca az gelir!" "Müslüman ülfet eden ve kendisine ülfet edilendir. Başkalarına ülfet edemeyen ve kendisine ülfet edilmeyende hayır yoktur" (Hadis-i Ş) Bu zamanın mühim yarasına, insanlarla geçinememenin kaynağına bu yazı ne güzel işaret etmiş: "Enaniyet" Bugün sosyal paylaşım sitelerinde ilişki başlatmak bir masraf istemiyor. Tabi, emek verilmeyen ilişkiler de enaniyete dokunan küçücük bir eleştiri yüzünden bitiriliveriyor. Elbette iletişimin sebebi enaniyete dönük bir lezzet/fayda olunca "Vesileler, maksadın hükmünü alacak" ve aksülamel yapacak. Yok, sebep emr-i Hak ise, Hak dahi sevecek ve o sevgi bereketlendirilecek.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı