Ben eski cemiyetin bir ferdi olmak isterdim.
Haremin saygın hanımefendisi, çocuklarının hürmette kusur etmekten çekindiği valide sultanı, beyinin “nur-u aynım efendim” hitabının muhatabı, bebek çağdaki çocuklarına bey ve hanım diye hitap edilen bir üslûbun nezaketiyle mest, dışarıyla işi olmayan, olduğunda çarşaf ve peçenin korumasıyla her türlü kötülükten emin, bütün saadeti aile ve mahalle çevresindeki samimî münasebetlerle çevrili olmaktan ibaret olan, nazı niyazı çekilen, kendisi de itaat ve saygıda kusur etmeyen o eski cemiyetin hanımlarının hikâyesi bizi nasıl cezbediyor... Kim inkâr edebilir?
Fakat eski cemiyetin bu hususiyetleri sağlam aile yapımız saklı kalmakla beraber, bu doğrultuda devam etmedi... Aile içinde kadın terbiye-i medeniye ve geleneğin hoyrat bazı örflerinin kıskacında kaldı... Kadına şiddet, haklarının yenmesi, aile içinde duygusal bazı yaptırımlar ve muteber olması için kırk katır mı kırk satır mı kabilinden her türlü ağır vazifeye koşturulması geleneğin kötü karnesinin tezahürü olurken, çağdaşlaşma adına, kadının kendini gerçekleştirmesi adına, bizim kültürel kodlarımız dışında bir çok yanlışın hayata aktarılmasına da şahit olundu...
Peki ev merkezli hayatın değişimine ve kadının sosyal hayata katılımına revaç verilmesi gibi bir olguya; sadece medeniyetin cazip sloganlarıyla mı gelindi. Hiç sanmıyorum...
1- Bizde kadına değer verilmesi meselesi çoğunlukla sözde kaldı... Nakarat halinde “kadın çalışmasın” sözünü tekrarlayanlara bir sormak lâzım: Bu ülkenin kadınları gerçekte şu harem kadınları gibi hanım hanımcık evde mi oturdular? Yıllar yıllar boyu meselâ Karadeniz’de iki insanın taşıyacağı yükü kadının üzerine yükleyen, en ağır yükü taşıyamazsa makbul sayılmayan, “bilirse belki itaat etmez” kaygısıyla okutulmayan, emeğinin karşılığını talep etme cür’etine değil kalkışmak, aklından bile geçiremeyen, kazandığını evin büyüğü olma hasebiyle kayınpederine teslim etmek zorunda olan kadınların hem de köle düzeninde çalıştırıldığını bilmez misiniz?
2- Devrin ağır çalışma şartlarından ötürü kadınca zerafetin ne olduğunu bile bilmeyen, gecesi gündüzüne karışan, iş makinesi muamelesi gören kadınlar... İslâmın “mehir hakkı”nın ne olduğundan habersiz, elinde kolundaki 2. gün elinden alınan kadınlar...
3- Biraz itiraz edecek olsa ne naşizeliği ne hayırsızlığı ve ne de duymadığı hakaret kalmayan kadınlar...
Karadeniz yaylalarında sığırların peşinde koşarken bebeğinin beşiğini kaynanasının salladığı, kocasının gurbetlerde onca nüfusa nafaka sağlamaya çalıştığı kadınlar... Ya da yayla gibi kuş uçmaz kervan göçmez tekinsiz yerlerde; bir genç kız olarak kalması mahzurlu sayılmayıp, çarşıya inmesi büyük olay sayılan, belki de evlenene kadar kasabasını hiç bilmeyen, fakat kendi emeğiyle erkek kardeşi büyük adam olsun diye okutulan genç kızlar. Nereden bakarsanız şehirli hanımlardan çok uzak ve ortaçağ kanunlarının kendilerine reva görüldüğü kadınlar...
4- Fakat işte bu kadınlar yine de büyük bir tevekkül ve dirayetle aile gemisini sürdürüp halinden şikâyet etmemekle de kahraman oldular. Hiçbir akımın tesiri onları aile düzenini bozacak tavırlar almaya sürüklemedi.. Çünkü İslâmî terbiyeden gelen ahlâkî seciye bu milletin hanımlarında böyle tezahür edegeldi...
5- Zaman içinde şehirlere göç başladığında da bu kez aile bütçesine katkıda iktisat destanı yazan yine bu kadınlardı. Evin ekonomisine katkıda bulunmak için dikiş diken, dantel işleyen el harçlığıyla olsun beyine destek olan hanımlardı onlar. Bu devir annelerimizin devri; bizim yetiştiğimiz ortam idi..
6- Daha yakın zamanlara gelince çocuklarını okutmak istedi bu hanımlar. Kız evlâdının da bir mesleği olsun istedi, kendileri gibi cahil olmasınlar istedi. Fakat bu talebi dinin emirlerine uygun bir şekilde olsun da istedi... Farkındaydılar İslâmın kadına verdiği değer ile cemiyetin algılarının aynı düzlemde gitmediğinin. Erken yaşta evlenip büyükşehire gelen hanımlar da “biz de bir şey yapalım eve katkımız olsun” istediler... Köy yerine benzemiyordu şehir, ihtiyaçların ardı arkası kesilmek bilmiyordu... Merdiven silen, tekstilde çalışan, bazı işletmelere yemek yapan, çocuk bakan hanımlar... Fakat bundan daha fazla bir istekle kendilerini yetiştirmek donanımlı olmak ta istediler... Kur’ân kurslarından beceri kurslarına kadar her yerde görülen kadın fazlalığı bu güçlü talebin manidar göstergesidir...
7- İşte şimdi bu bahsettiğimiz kadınların kızları tesettürleriyle tahsil yapıp meslek edinmekle bütün bu dayatmalara adeta meydan okudular... Toplumda dinî değerlere sahip çıkan yeni bir genç kitlenin hayatın her alanında hem de başarılı bir şekilde yer aldığı görüldü...
8- Kızların bu azimli ve aile yapısına ters düşmeyen donanımından ötürü; dün “bozulurlar” korkusuyla hanımı ve ailesini büyük şehire getiremeyen babalar da tutumlarını değiştirip bugün ülkenin en uç köşesine göndermekte beis görmediler... Tahsil hayatı engellenen kızların mücadelesinde sonuna kadar arka çıktılar, okutmanın bir yolunu illa ki buldular... Ama hiçbir zaman “ne yapalım evde otursun” demediler; bu destekle kızlar o boş geçen yılları bir şekilde başka bir faaliyetle kendilerini yetiştirmek için kullandılar... Manevî yönden güçlenmek için dinini öğrenmek için büyük bir cehd içine girdiler...
9- Böyle bir birikimi şimdi de mesleklerini icra ederken kullanıyorlar... Evet bu memleketin manevî sigortası olan cemaat ve tarikatler ve hususen mensup olduğumuz Risale-i Nur hakikatlerini hayatının üssül esası yapmış toplumun her seviyeden insanı ve tabiî ki hanımları cemiyet içinde bu kez aktif bir vizyon ile dinamik bir şekilde yer alıyorlar... Eskinin ezik ve dışlanmış Müslüman portresinin tam tersi bir duruşla hem de...
10- Sizi temin ederim galiba bir eve dönen benim.Meslekî birikimini 2 çocuğuna feda eden; tek maaşlı beyine destek olmak için evini pansiyona verip bütün yazı en ağır bir iş yaparak geçiren de, kanaatkâr olmanın nasıl bir talim olduğunu en az şu yukarıda yazdığım hanımlar kadar bilen de... Fakat ne var ki artık benim dışımda okumuş hiç bir hanım ve komşularımdan ekseri evde oturmuyor... Çat kapı komşuluklar, bir kahve içimi sohbetlere bile çoğu kez imkân bulunmuyor...
11- Ve her geçen gün sayısı artan bu imanlı ve gayretli genç kızlarımız öyle ümid ediyorum ki iman hakikatlerinden aldıkları terbiyenin tesiriyle Asr-ı Saadet dönemi yuvalar kurmayı cidden hak ediyor...
12- Dün annelerinin feragat ve fedakârlığını bu kez doğru bir şekilde kullanma bahtiyarlığına ermiş bir şekilde... Hanımları yuvadan çıkaran o meş’um argümanların barikatlarını aşarak bu zamanda Asr-ı Saadet hanımlarının vizyonunu üstlenmiş bir şekilde... Evet kadınlar yuvalarına dönüyor; ama bu kez mimsiz medeniyetin dayatmalarından da geleneğin acımasız yaklaşımlarından da azade bir zaferle...
13- Kısacası bu şuurdaki kadınların cemiyette var olma talebi ile Hz. Üstadın dikkat çektiği tehlikeli hal ile bir irtibat kurmak bence ehl-i iman genç kızlarımız ve hanımlarımıza haksızca bir yaklaşım olduğu için ma’kes bulmuyor... Bilmediğiniz başka bir şey de var ki hanımlar arasında bile artık öyle akşama kadar evinin işi-gücü ile uğraşan sosyal hayata karışmayan, diyelim ki dinî hizmetlerde bile evi gerekçe gösterip kenara çekilen hanımlar makbul sayılmıyor... Evler eski evler o kadar değil ki çocuklar bile nine-dedelerle büyümüyor... Onların güzel ahlâk sahibi olması için birçok şefkat kahramanı genç kız-hanım cehd içinde çalışıyor... Kaybolan mahalle kültürünün alternatif inşası bu kez sosyal bir çok aktiviteler ile sağlanmaya çalışılıyor... Diyeceğim o ki bir çok hanım evlerinden hayır yarışı için çıkıyor... Gözlemlediğim bir başka can alıcı ve acıtıcı bir gerçek de şu ki; hürmet görmemiş horlanmış olmanın yaralarını sarıyor bir çoğu; aklı başında ve cemiyette saygın konumda olan evlâdından ötürü gurur duyuyor...
Hem hiç anlamadığım başka bir şey, bizde erkekler; bu merhalelerden geçip kızını okutmuş ve bir çok erkek diplomalı ve maaşlı kız aradığı halde neden her fırsatta okumuş oldukları için tevbe istiğfar ettirmeyi bekler şekilde aforozcu bir yaklaşımla bu cümlenin arkasına sığınıyor?
“Mim”siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları
Rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede. Temizlik zînetleri;
Haşmetleri hüsn-ü hulk, lûtuf ve cemâli ismet, hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbâb-ı ifsad, demir sebat kararı
Lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvânda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları.
Yatmış olan hevesât birdenbire uyanır. Tâife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı.
Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu sûretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; Hem müthiştir tesiri.
Memnu’ heykel, sûretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habîs ervâhları. (Sözler, Lemeât)