"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

#Sendeanlat'ın aslında anlattığı gerçek!

Zeynep ÇAKIR
16 Mart 2015, Pazartesi
Özgecan’ın başına gelen elim hadise bütün milletçe derin bir acı ve infial sebebi oldu...

Cezai müeyyidelerin caydırıcı olması noktasında da hem fikir olundu... Öte yandan kadına şiddet ve taciz olaylarının hiç de azımsanmayacak boyutlarda olduğu gün yüzüne çıktı... Maruz kalınan kötülüğü ve bunun yaşattığı utanç ve travmayı bazı hanımlar sessiz kalmak yerine dillendirmeyi seçtiler... Belki  sineye çekip sessiz kalmakla; ırz ve namus düşmanlarının, habis ruhluların cür’etini artırdığını düşünmeleri, belki de sadece böyle bir şeye maruz kalmanın yapanı değil de uğrayanı küçük düşürmesinin haksızlığına karşı bir reaksiyon bir refleksti, bilemiyoruz... Fakat bildiğimiz bir şey var ki; kadın hürriyeti teraneleri hanımları süfli nazarlardan ve kötü tıynetlilerin tasallutundan koruma noktasında sınıfta kalmıştır... Zira fıtratın aksine olan her cereyanın iflasına şahit oluyoruz an be an...

Cezaların ağırlaştırılması etkili bir çözüm gibi görünse de tek ayaklı bir iyileştirme ile nereye kadar gidilebilir? Mimsiz medeniyetin heva ve hevesi kamçılayan oyuncaklarının kuklası olmuş, azgınlaşan nefislerin susturduğu vicdanlarla her türlü müzahfarata teşne beşeriyetin; böylesi zakkum meyvelerinin kökünü kurutacak, iyiliği yeşertip neşv ü nema bulduracak içtimai bir dönüşüme ihtiyacımız var...

İşte Kur’an medeniyeti hüdâyı esas tuttuğu için; cezai yaptırımları nihai çözüm ve Ba’dü harabü’l- Basra olmamanın önüne alıyor.

Kur’an’a, genel mânâda İslamın hükümlerine riayet; cemiyeti bir gül bahçesine çeviriyor, içtimai hayatın emniyetini tesis ediyor... Bir asırı geçkin süredir İslam kadınlarını boyunduruk altına aldığı iddia edilip rahnelenmesine rağmen kâmil manada uygulandığı dönemlere baktığımızda; harem-tesettür uygulamaları kadın erkek ihtilatının meşru sınırlarını da belirliyor; vicdanlara öyle bir yasakçı koyuyor ki İslam’ın hakim olduğu dönemlerde “bir kadın tek başına emniyet içinde Hire’den Hadramut’a kadar -sadece vahşi hayvanlardan korkmak dışında-seyahat edebilecek” buyuran Resul’un müjdesinin gerçek olduğuna şahit olunulan devirler de yaşanıyor...

Fakat ne var ki beşerin sapkınları her dönemde olacaktır... Dünyanın bir imtihan yeri olması ve şartlar ne kadar iyileştirilse iyileştirilsin yoldan çıkmışların tahripleri, bugünkü hadisenin benzerini reva gören canavar ruhluların cürümlerini yanlarına bırakmayıp; en ağır cezalara uğratılması da şeriatin getirdiği bir hürriyettir.  

Geçtiğimiz günlerde twitterda; #sendeanlat  başlığı altındaki itiraflarların ve örtbas edilen şiddetlerin çığlığı tek bir adresi gösteriyor;-ismi konulmuyor belki ama özlenen bu- çözüm de burada; Kur’anî mesajları cemiyet hayatının üssü’l esası yapmak ....insanlık bunu arıyor..

Tefessüh etmiş uygulamalardan içtinapla beşeriyetin selametinin, zayıfların emniyetinin ancak bu yola revan olmakla mümkün olunduğu gün geçtikçe daha bir önem arzediyor...

Tesettürün kadına verdiği imtiyaz ve hürriyetin açmazlarından bunalan kadın fıtratının; fıtrî ve masum isyanıdır dile getirilenler... Ve aslında her bir mesaj tesettürün vafi, nafi ve de fıtraten ne kadar elzem olduğunu acı örnekleriyle gözler önüne seriyor... Bu tartışmalar arasında ciddiyetine ve mesleki donanımına saygı duyduğumuz bir prof. dr. hanımefendinin başından geçen hadiseyi gözleri dolarak anlatırken; hak etmediği böyle bir muamelenin masum olduğu halde neden başına geldiğini sorgulamasının cevabı da yine aynı adresi gösteriyor: TESETTÜR RİSALESİ’ni!

Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîü’t-teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.

Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştahını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükümette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor! 

*

Tabii ki tesettür tek başına koruyucu bir mekanizma olamaz... Haramın, zinanın, Allah korkusunun, ahiret inancının yerleştirilmesi ve İslamın emir ve yasaklarının bir cild gibi milletin fertlerinin üzerine yapışması gerekiyor... Bunların hepsinden mürekkep bir İslami terbiye ve cemiyet ahlakı müesses oluyor... Günaha meyledenin en büyük yasakçısı Allah korkusu ve ahiret inancı iken eski medeniyetimizde meyl edilen yollar da bir bir kapatılıyor, muazzam bir saygı ve hürmet mekanizması içinde kuldan utanma formülü de eksik bırakılmıyor... Aksi halde nefsin ve hevesin isteklerini akıldan ziyade dinlemeye meyyal gençliğin önüne hangi barikatı koyarsanız faydasız... Bu gerçek Risale-i Nur’un veciz üslûbunda şu ifadelerle akla ve kalbe nakşediliyor:

“Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır.

Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer.

Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.” 

*

Kabul edip etmemek kişilerin hür iradesine kalmış bir şey olmakla birlikte; harem-tesettür uygulamasını  yıkılma sürecine girdiği zamanda bile tesis etmiş ve korumayı başarmış bir Osmanlı örneği var saklı tarihimizde...

Huzurlu bir içtimai hayatın varlığından; cemiyetin kadınları koruyan mekanizmalarından sitayişle bahseden bir batılı Fransız gözlemcinin görüşlerini okumakta fayda var: “Ülkenin asırlık gelenekleri ve dinî hükümleri her seviyedeki kadını koruduğu için Türkiye’de ne iğfal edilmiş kız, ne sokakta bulunmuş çocuk, ne düello ne de intihar var. Haklı olduğundan emin olan herhangi bir kadın elinde taş ve sopayla bir nazırı kovalayabilir. Karısını döven nüfuzlu bir erkek küçük bir işaretle bütün mahalleyi karşısında buluverir. 

“Müslüman erkekler, hareme girince gönüllerini ve hayallerini doyururlar... Evlerinin dışında aşk macerası aramaya hiç kalkışmazlar. Türkler birbirlerine karşı derin bir saygı beslerler, kendilerine ait olmayan mala dönüp bakmazlar bile... Türk erkekleri kadınları karşı çok yumuşak. Ama bu yumuşaklıkta kadınları çocuk gibi gören onlara hayatın güçlük ve üzüntülerini göstermemek gerektiğini gösteren bir inancın ifadesi var. Karısına kötü muamele yapan Türk erkeği yok deniliyor...

Türkiye’ye gelen yabancıların muhayyilesine kazınmış olan harem maceralarının etkisiyle; çarşı pazarda aşk serüvenine kalkışma gafletinin ise dakikasında çevre ahali tarafından sezilip akim bırakıldığını notlarına geçirip sözlerine şöyle devam ediyor; “Bir seferinde dikkatsiz genç bir Fransız; içinde Türk kadınlarının bulunduğu bir arabaya bakar gibi yapmış; birden ensesinde koca bir klıcın kabzasını hissetmiş... Allah’tan bu olay Kırım Harbi’nden sonra olmuştu... (1856- Islahat Fermanı’nın hükümlerince gayrımüslimleri koruyan düzenlemeleri de içinde barındıran Avrupai tarz kanun ve yönetmeliklerin esnekliği kastediliyor) Önce olsaydı muhakkak o anda zavallı gencin kellesi giderdi...” 

Yazar’ın dikkatinden kaçmayan çocukların terbiyesi meselesi de bütün İslami hassasiyetimize rağmen Avrupai tarz usûlleri benimsemenin muaccel bir tokadı olarak bir cemiyet yarası haline gelmiş vaziyette karşımızda duruyor. Hayranlıkla  bahsedilen bu hali de dünde bırakmışız maalesef:

“Çocuklar ana babalarına karşı çok saygılı oluyorlar. Ana-babalarının yanında oturmazlar, sigara içmezler. Çocuklar kendilerini dünyaya getirenlere karşı sınırsız bir saygı duyuyorlar şüphesiz. Bir aile babası, ailesi içinde, hükümdarın ülkede gördüğü saygıdan daha büyüğünü görür...”

Bütün bu ifadeler özünü İslamdan almış sağlam bir cemiyet yapısına işaret ediyor. Yenileşme ve Avrupa’ya ayak uydurma çabaları kıyafet ve konfor gibi bazı cüzlere sirayet etmiş olsa da; ahlakî seciyenin mahiyetini değiştirmediğine şu ifadelerle not düşüyor yazar; “Günümüzde Türkiye’de hayata saygı gösterilmesine ve hırsızlıkların çok az olmasına rağmen Türkler alafranga elbiseleri içinde hâlâ eskisi gibi barbar! olmaya devam ediyorlar... Türkler ananelerine bağlı bir millet... Batının sözde medeniyetinden bazı şeyler almış olmalarına rağmen bunun kendilerini daha mutlu kılmadığını söylüyorlar. Dış ülkelere en çok uymuş, medeniyeti tam manasıyla hazmetmiş sayılan kişiler, memleketlerine daha çok Türkleşmiş olarak dönüyorlar!” 

(Kırım Harbi Sonrasında İstanbul, Durand De Fontmagne, Tercüman 1001 Temel Eser)

Yazar’ın temiz toplum şehadetlerindeki hayranlığın aksine aynı yıllarda; siyasi mahfiller; klasik dönemin tesettür şuurunda bazı aşınmaların husule gelip cemiyeti rahatsız eden bir hal aldığını düşünmüş olacaklar ki yönetmeliklerle müeeyyideler koyma cihetine gittiklerini görüyoruz... Bunlardan bir örnek aşağıdaki gibidir; “Taifei nisvandan bazıları hilaf-ı usûl ve adet; ince yaşmaklar tutarak ve gûna-gün münasebetsiz şeylerden feraceler giyerek; açık saçık, her türlü heyet ve kıyafetler ile sokağa çıkmakta ve seyir yerlerinde erkeklerle karşılıklı durarak birtakım mugayir-i şer- ü edeb etvar ve harekat vukua getirmekte olup; bu hal gerek Şeriat-i Mutahhara ve gerek adab-ı milletçe menhi ve merdud olduğundan başka; her familyayı (aile) harab edecek surette sefahate mucip olmaktadır. Binaenaleyh bundan böyle her kim olursa olsun; sokağa çıkan kadınlar içerisi seçilmeyecek surette yaşmak tutup lâyıkıyle örtülü bir halde bulunacaklardır ve arkalarına giyecekleri feraceleri çuhadan olacaktır. (1860 tarihli Sadrazam İlannamesi.)

İlânâme mucibince devrin gazetelerinde bu yolda duyurular yapılırken erkeklerin de çarşı pazar ve sair mahallerde ve hususen mesire yerlerinde ehl-i ırzane ve edibane davranmaları kadınların arasında dolaşarak harfendazlık (laf atma) ve tasallutta bulunmamaları ihtar edilerek uymayanların ağır cezalara çarptırılacağı ikaz ediliyor... (Dr. Abdurrahman Kurt, Osmanlı Ailesi)

Okunma Sayısı: 1932
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı