"Gerçekten" haber verir 26 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Genelkurmay’ın mahallesine de bekleriz

Kim derdi ki gün gelsin George Soros’un finanse ettiği Açık Toplum Enstitüsü Türkiye’de ezilen Kemalistlerin sorunlarını dile getiren bir araştırmaya destek versin. Açık Toplum Enstitüsü’nün desteğiyle proje sorumluluğunu Boğaziçi Üniversitesi’nden Binnaz Toprak’ın yaptığı, İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener tarafından hazırlanan nam-ı diğer mahalle baskısı araştırmasının Anadolu’nun Yeni Ötekileri: Laikler başlıklı bölümünde şöyle deniyor:

“Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’nin düşünce yaşamına ve siyasetine damgasını vurmuş olan Atatürkçü kesim, gittiğimiz her kentte Atatürkçü düşünceleri savunmanın artık cesaret istediğinden, bu görüşlerin giderek toplumda bir suç olarak görülmeye başladığından şikâyet ettiler.”

Araştırmacılara “Laikler Anadolu’nun yeni ötekileri” dedirten ‘ayrımcılık’ hikâyeleri sahiden çok ‘acıklı.’

Mesela Malatya’da Kemalistler “artık kentteki okullarda laik bilinçlendirme çalışmaları yürütemiyormuş.” Sakarya’da esnaf dükkânlarına Atatürk resimleri asmıyormuş. Hatta Denizli’de işyerine Atatürk resmi asmak için bir kadın bir hafta mücadele vermek zorunda kalmış. (?) Kayseri’de okul müdürleri isimlerinin artık ADD’yle geçmesini istemiyormuş. Eskişehir’de ADD yemeklerine artık kimse gelmiyormuş. (Mahalle baskısıyla değil de Ergenekon davasıyla ilgisi olabilir mi acaba tüm bunların?)

Tamamı 183 sayfayı bulan bu araştırmayı eğer birileri “yaşasın mahalle baskısı ispatlandı” manşetleri atmadan önce okumuş olsaydı herhalde bu araştırmanın zaman zaman bir Afrika kabilesini gözlemleyen oryantalist bir Batılı elinden çıkmış gibi duran şok edici şu ifşaatları karşısında mutlaka şüpheye düşerlerdi:

“Adapazarı’nda, Malatya’da merhaba ve günaydın yerine Selamünaleyküm yaygınlaşıyor”, “Anadolu’da CHP ve ADD ezilen Kürtlerin sığınacak son limanı” ya da “Sivas’ta cuma günleri esnaf akın akın camiye gidiyor, trafik kilitleniyor.” 12 şehirde, aralarında CHP, ADD, Eğitim-Sen, Eğitim-İş, Alevi Dernekleri ve üniversitelerden “laik vatandaşların” olduğu 401 kişiyle yüz yüze görüşülerek yapılmış bir araştırma bu.

Araştırmanın amacı açısından bu tercih anlaşılır bir şey. Ama en baştan karşı cephe ile ilgili muhtemel öfkeli anlatımların içinde yer alabilecek yarı hurafe yarı gerçek hikâyeler, şehir efsaneleri, dedikodular, sınıfsal çekememezliklere karşı araştırmacıların daha mesafeli yaklaşması beklenirdi.

Ama öyle yapmamışlar. Hatta Türkiye’de her kesimin diğeri hakkında çok rahat uydurabildiği bu şehir efsaneleri, hatta geyik muhabbetleri hiçbir süzgeçten geçirilmeden araştırmaya ciddi veriler olarak girmiş ve yetmemiş araştırmayı yapanlar buralardan çok ciddi totolojik sonuçlara ulaşmış. Mesela araştırmanın, utanılmasa “tehlikenin farkında mısınız” denecek sonucu şu: “Anadolu kentlerinde AKP tarafından atanmış kadroların icraatları ve cemaatlerin faaliyetleriyle birleşip Türkiye’nin geleceği hakkında kaygı verici bir ortam yarattığını düşünmekteyiz.”

Araştırmaya göre “hızla İslamileştirilen” Anadolu’da neler neler olmuyormuş ki. İş bulmak ve terfi almak için (binlerce dolara kıyıp) umre seyahatlerine çıkanlar mı dersin, AKP iktidarına yaranmak için karısının başını örtenler, ortama uyup Cumaya koşturanlar, yalancıktan oruç tutanlar, hatta işleri iyi gitsin diye cemaatlere katılanlar mı?

Kayseri’de Ramazan’da başı açık diye sokakta çocuğunun yanında dövülen bir anne, bir pazarlama toplantısında ayağa kalkıp “Başı açıklara ölüm” diye bağıran başörtülü bir kadın, başı açık kadınları köpeklere benzeten bir öğretmen gibi kimdir, nedir, ne zaman olmuştur bilinmeyen muteber tanıklılarımızın anlattığı acayip vakalar da var.

Araştırmada şunlar da mahalle baskısına verilen örneklerden: İstanbul Bağcılar’da dokuz yaşındaki Alevi çocuğa civar mahallelerden gelen Sünni çocuklar “Neden başın açık geziyorsun, cehennemde yanacaksın” demiş. Kayseri’de ise bir eczacıya, yaşlı bir bey “Yavrum siz gençsiniz, cahilsiniz, bilmezsiniz, ne olur başıma bir tül atıversen” deyivermiş.

Araştırmada Fethullah Gülen cemaatinin faaliyetleri de genişçe bir yer tutuyor. Sürekli çoğulculuğun faziletlerinden bahsedilen araştırma söz konusu olan bu cemaatin eğitim faaliyetleri olunca kendisini cumhuriyetin tek tip insan projesine teslim etmiş ve şöyle demiş: “Cemaate ait eğitim kurumlarında oluşturulan “ahlak adalarının” cumhuriyet kurulduğundan bu yana izlenen eğitim politikalarından farklı bir model sunduğu...”

Bu cemaat bahsi “MGK’ya rapor yazıyormuş havasında yazılan” tavsiye bölümüyle bitiyor ve eğitimdeki bu cemaat etkisinin tehlikeli sonuçlarına karşı “devlet göreve çağrılıyor.”

Açık toplumun fikir babası Karl Popper mezarında birkaç kez ters dönmüştür herhalde. Araştırmanın en ilginç tarafı ise laiklerin tanıklıklarından dindarların mahalle baskısı teşhir edilecekken fark etmeden “mağdur laiklerin” mahalle baskılarının deşifre edildiği bölümler.

Mesela Denizli’de okul kapısına kadar türbanıyla gelen öğretmeni “uyaran”, ama o kadının eşinin kendisini uyarmasını mahalle baskısı olarak anlatan laik bir öğretmenimiz var. Trabzon’da ise bir yemekte içki servis edilmeyince nasıl inadına rakı istediğini mahalle baskısına örnek olarak anlatan bir CHP’li, aynı davette yakında AKP il başkanı olacağı söylenen birini “eşin nerede, niye içki içmiyorsun” diye nasıl sorguya çektiğinden de gururla bahsetmiş. Balıkesir’de Cuma saatine göre ders günlerini seçen öğretim görevlilerini yönetime şikâyet eden öğretim görevlisi, arkadaşlarını ispiyonlamayan diğer öğretim görevlilerinin mahalle baskısı altında olduğu söylüyor. Adapazarı’nda “İmam Hatipler neyse de iyi okulların öğrencilerinin ne işi var Cumada” diye muhafazakârlaşmayı anlatan bir öğretmen lise öğrencilerine Cuma için izin verilmesinden yakınıyor.

Ama araştırmaya göre bunların hepsi “Anadolu’nun yeni ötekileri yani laik mağdurlar.”

Bu araştırma maalesef yeniden ortaya koydu ki Şerif Mardin’in üretip, demokrasi karşısında fena halde köşeye sıkışmış Türk laiklerine hediye ettiği mahalle baskısı kavramı, sosyolojik kıymetinden çok laiklerin elini güçlendiren bir mağduriyet kılıcı gibi kullanılmaya devam ediliyor. Ve böylece Türkiye’yi anlamak için çok elverişli olan bir kavrama yazık ediliyor.

Halbuki bir gün birileri belki yine Açık Toplum’un desteğiyle bir zamanlar Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu’nun halefi Hilmi Özkök’e bile yapabildiğini öğrendiğimiz türden başka mahalle baskılarını da araştırabilseydi Türkiye resmi daha net önümüzde açılabilecekti.

Yıldıray Oğur / Taraf, 22.12.2008

26.12.2008


Erdoğan, değiştireceğim derken, sisteme teslim oldu...

Son dönemlerdeki gelişmelere birlikte baktığınız zaman, AKP açısından son derece önemli bir saptamayı görmezden gelemezsiniz.

İktidara değişim için gelen, kemikleşen resmi politikaları, tabuları yıkacağını ve bu ülkeyi gerçek bir demokrasiye dönüştüreceğini söyleyerek oy alan AKP, bugün bakıyorsunuz, resmi sistemin bir parçası durumuna gelmiş.

Bu partiyi ilginç yapan , bu değişim yaklaşımıydı.

Artık bıkkınlık veren ve sürdürülmesine rağmen hiçbir sonuç alınamayan yaklaşımların dışına çıkılacaktı. Nitekim ilk başlarda da gerçekten herkesi meraklandıran, ülke ve Uluslararası toplumun büyük bir bölümünün alkışını alan adımlar attı.

Başbakan Erdoğan, boş yere bu kadar destek almadı. Resmi ve kemikleşmiş sisteme ters baktığı için desteklendi. Bundan dolayı, Uluslararası forumlarda ödüllendirildi.

Bakın, nereden nereye geldiğimize şöyle kısaca bir göz atalım.

Her şey AB ile başladı

AKP’nin en beklenmedik adımı, Avrupa Birliğine tam üyelik için gereken adımları büyük bir cesaretle atmasıydı. O zamana kadar kimselerin dokunamadığı kararlar aldı. Reformlar yaptı. Hatta, hatırlayacaksınız, kendi felsefesine uygun zina yasası taslağını bile, AB istemediğinden dolayı yırtıp attı.

AB’ye böylesine önemli bir yaklaşım sergileyen bir partinin şeriat yanlısı olamayacağı kanısı yaygınlaştı. Hem dışarıda, hem de içerdeki laik liberal ve demokratların büyük desteğini aldı.

Sonra ne oldu ?

Kurulu Düzenciler harekete geçtiler.

Türkiye’nin özel durumundan söz ettiler. Kopenhag kriterlerinin ülkeyi böleceğini söylediler. Bayraktarlığını yapması gereken sosyal demokrat CHP ve milliyetçilerin kalesi durumundaki MHP Avrupa Birliğini düşman ilan etti.

Asker ayaklandı.

Bazı bilim adamları, hatta iş adamları tepki gösterdi. AKP direndi, direndi ve sonunda teslim oldu. Bugünkü duruma bakarsanız, ne demek istediğimi anlarsınız.

Kıbrıs’ta önce kükredi,

sonra geriledi

Aynı durum Kıbrıs konusunda yaşandı.

Annan planı çerçevesinde, Kıbrıs’ta çözüm için şimdiye kadar hiçbir hükümetin göze alamadığı cesarette adımlar attı. Resmi söylemi değiştirdi. Statükocuları dehşete düşüren kararlar aldı. BM Genel Sekreterine boşlukları doldurmak gibi, hiç kimselerin beklemediği adımlar attı.

Tüm Kurulu Düzenciler ayaklandı.

Statükodan, resmi sistemden yana olanlar Erdoğan’ı cadı kazanına attılar. Sonradan öğrendik ki, bazı komutanlar darbe ile düşürmeyi dahi düşünmüşler.

Sonra bir de baktık, Erdoğan değişiverdi.

Kıbrıs’ı unuttu. Eskiye dönüldü.

Sisteme teslim oldu.

Kürt sorununun

sonunu getiremedi

Türkiye’nin en önemli sorununun da, AKP tarafından daha sağlıklı şekilde çözüleceği inancı vardı. Hele Başbakan’ın Diyarbakır konuşmasında, Kürt sorununu kabul etmesi, eskiden yapılan hatalara dikkat çekilmesi,ümitleri arttırıvermişti.Sistemin dışına çıkacak ve bazı anlayışları değiştirecekti.Erdoğan mutlaka bunun sonrasını getirecek ve önemli adımlar atılacaktı.

Aradan yıllar geçti ve bugün gelinilen noktada Erdoğan, askerlerden de sert konuşmalar yapan, adeta DTP’nin kapatılması için anayasa mahkemesine sinyal veren bir konuma girdi.

Yani, yine sisteme teslim oldu.

Ermenilerden

özür son damlaydı...

Ermenilerden Özür Dileyelim hareketi ise, Erdoğan’ın artık sistemin bölünmez bir parçası durumuna girdiğinin son örneğini oluşturdu. Cumhurbaşkanı Gül’ün Erivan’a gidişi ne kadar tarihi idiyse, Erdoğan’ın bu sivil toplum hareketine tepkisi de, AKP’nin genel yaklaşımının değişmediğinin belirgin bir işaretiydi.

Peki neden ?

Acaba Erdoğan sistemi değiştirmek istedi, ancak başa çıkamadığı, o bileği bükemediği için mi boyun eğmek zorunda kaldı ?

Yoksa, gerçek kişiliğine geri mi döndü ?

Veya resmi ideoloji veya sistemin çok doğru olduğunu görüp, değişti ve teslim mi oldu?

Ben Erdoğan’ın hala birşeyleri değiştirmek istediğini ancak, kimi zaman oy kaygısı, kimi zaman Düzen Koruyucularıyla kavga etmemek için, kimi zaman da beceremediği veya içinden gelmediği, değişimi fazla benimsemediği, yeterli vizyonu olmadığından dolayı bu noktaya geldiğine inanıyorum.

Ne yazık değil mi?

Ülke önemli bir fırsatı kaçırdı.

Mehmet Ali Birand

Posta, 25.12.2008

26.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır