"Gerçekten" haber verir 28 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Sizin için ölüm kesin olarak takdir edilmiştir; ya azap getirir, ya da saadet.

Câmiü's-Sağîr, No: 54.

28.03.2009


Din, umumun mukaddes malıdır

Dediler: “Dinsizliği görmüyor musun, meydan alıyor. Din namına meydana çıkmak lâzım.”

Dedim: “Evet, lâzımdır. Fakat kat’î bir şartla ki, muharrik, aşk-ı İslâmiyet ve hâmiyet-i diniye olmalı. Eğer muharrik veya müreccih, siyasetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikedir. Birincisi hatâ da etse, belki ma’fuvdur. İkincisi isabet de etse, mes’uldür.”

Denildi: “Nasıl anlarız?”

Dedim: “Kim fasık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine, su-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir. Hem umumun mâl-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhdarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir.

“Meselâ, iki adam dövüşürler. Biri, zayıf düşeceğini hissederken, elindeki Kur’ân’ı kavîye uzatmakla himayesini davet edip, kavî bir ele vermek lâzımdır. Tâ beraber çamura düşmesin, Kur’ân’a muhabbetini, hürmetini göstersin, Kur’ân’ı, Kur’ân olduğu için sevsin. Eğer kavînin karşısına siper etse, himayet damarını tahrik etmeye bedel, hiddetini celb eder. Kur’ân’ı kavî bir hâdimden mahrum bırakmakla, zayıf bir elde beraber yere düşerse, o Kur’ân’ı kendi nefsi için sever demektir.

“Evet, dine imale etmek ve iltizama teşvik etmek ve vazife-i diniyelerini ihtar etmekle dine hizmet olur. Yoksa ‘Dinsizsiniz’ dese, onları tecavüze sevk etmektir. Din dahilde menfi tarzda istimal edilmez. Otuz sene halife olan bir zat, menfî siyaset namına istifade edildi zannıyla şeriata gelen tecavüzü gördünüz. Acaba şimdiki menfî siyasetçilerin fetvalarından istifade edecek kimdir, bilir misin? Bence İslâmın en şedit hasmıdır ki, hançerini İslâmın ciğerine saplamıştır.”

Sünuhat, s. 66-67

muharrik: Harekete geçirici, tahrik edici.

aşk-ı İslâmiyet: İslâmiyet aşkı.

hâmiyet-i diniye: Dine hizmet gayesi.

müreccih: Tercih ettiren, üstün tutan.

tarafgirlik: Taraf tutmak.

ma’fuv: Affedilmiş, affedilir durumda.

fasık: Günah işleyen.

siyasetdaş: Aynı siyasî görüşü paylaşan.

mütedeyyin: Dindar.

su-i zan: Kötü zan, düşünce.

mâl-ı mukaddes: Mukaddes mal.

inhisar: Yalnız birşeye ait kılma, tekelleşme.

kavî: Kuvvetli.

ekseriyet: Çoğunluk.

aleyhdar: Aleyhinde olma.

nazar: Bakış.

himayet: Koruma, korunma.

hâdim: Hizmet eden.

imale: Meylettirmek.

iltizam: Gerekli bulmak, taraftarlık.

vazife-i diniye: Dinî vazife.

menfi: Olumsuz.

şedit: Şiddetli.

28.03.2009


Siyaset tabiî mecraını arıyor

AKP’nin sağlıklı bir şekilde tahlil edilebilmesinin önünde birtakım psikolojik/hissî mâniler bulunmaktadır. Partinin kuruluşundan hemen sonra girdiği genel seçimlerden birinci parti olarak çıkması ve ikinci seçimlerde arkasındaki halk desteğini daha da arttırmış olması önemli bir mâni teşkil etmektedir. AKP’ye tevcih edilecek tenkidlerin, millî iradeye karşı çıkma olarak algılanma riski bulunmaktadır. İkinci olarak, resmî ideolojinin, halkın dinî hissiyâtını ve değerlerini rencide ederek AKP’ye hücum etmesi, bürokrasinin, özellikle de askerî kanadın bu hususta öne çıkması ikinci bir mâni olmaktadır. Bu mücadelede iki taraf da garip bir tarzda/paradoksal olarak birbirini beslemektedir.

AKP’nin 28 Şubat postmodern darbesinin getirdiği olağanüstü şartların bir neticesi olarak siyaset sahnesine girmesi, kendisini hâlâ tam olarak halledilememiş olan bir kimlik problemi ile karşı karşıya bırakmıştır. Kendisi için seçtiği “Muhafazakâr Demokrat” kimliğinin içi, düşünce ve icraat olarak henüz doldurulabilmiş değildir. Bu konuda karşılaşılan zorluk, unutulmaya ve unutturulmaya çalışılan “Millî Görüş” düşüncesinin AKP lider kadrosu tarafından siyasî hayata girdikleri andan itibaren uzunca bir süre samimiyetle sahiplenilmiş olmasının yanı sıra, sadece siyasî bir ideoloji değil aynı zamanda İlâhî referansları bulunan bir inanç olmasından kaynaklanmaktadır. Bu mâhiyetteki bir düşünce değişiminin sadece AKP’nin muhatapları açısından değil bizzat kendileri açısından da hazmedilmesi zor yönleri bulunmaktadır. Çok uzun bir süre kudsiyetine inanılarak iftiharla üzerinde taşınan bir elbisenin, necaset bulaşmış bir kıyafet gibi bir anda çıkarılarak bir kenara atılmasının, tereddüt ile karşılanması garipsenecek bir şey değildir.

Bediüzzaman, Demokratlar’ı; “dindar demokratlar”, “dine hürmetkâr demokratlar” ve “dinde hissesi az olan bir kısım demokratlar” olarak üçlü bir tasnife tâbi tutmuştur. Bu üçlü yapı bir anlamda toplumun genel yapısını da yansıtmaktadır. Dindar insanların ilk planda hoşlarına gitmese de, bir kitle partisinin yapısının toplumun genel yapısı ile paralellik taşıması içtimâî bir hakikattir. İttihâd-ı İslâm partisi için toplumda aranılan “yüzde altmış-yetmiş tam mütedeyyin olma” şartı, aynı hakikatin bir başka zaviyeden ifade edilmesidir. Aksi durum, “terbiye-i İslâmiyenin zedelendiği” bir toplumda dindar insanların temerküz ettiği bir siyasî parti teşkil edilmesi, fıtrî bir yapılanma olmayacaktır. Toplum ve parti yapıları arasında bu tarz bir insicamsızlık, lisânen beyân edilmese de, “dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslekdaşlarına daha ziyade has göstermek” mânâsına gelecektir. Böyle bir siyasî yapının iktidara taşınması ise kaçınılmaz olarak siyasî gerilimleri ortaya çıkaracaktır. Bu gerilimli ortam, “kavî bir ekseriyette, dine aleyhtarlık meyli uyandırmak” tehlikesini ve toplumda derin bir bölünmeyi de beraberinde getirecektir.

Millî Görüş çizgisinden kopan siyasetçiler tarafından kurulan ve bazı istisnalar hariç, parti teşkilâtlarını, meclis grubunu ve hükümetleri ağırlıklı olarak aynı görüşteki kadrolarla teşkil ederek bugüne ulaşan AKP, henüz, Demokratlık tarifine uygun bir tarzda toplum-parti insicamını sağlayacak bir yapılanmaya gidememiştir. Parti ve ülke yönetiminde mütecanis yapıdaki dar bir çekirdek kadro hakimiyetini sürdürmekte, kendi dışındaki kişilere-aynı parti bünyesinde de olsalar-güvenmemektedirler. Bu haliyle “Ahrar”lardan ziyade, meşrûtiyeti ilân etmiş İttihatçılar’ın “cemiyet-i mukaddese” olarak anıldığı dönemi yaşamaktadırlar.

Yanlış siyasî düşüncelerin tashih edilmesi ve yanlış alışkanlıklardan uzaklaşılarak daha demokratik bir siyasî düşünceye gelinmesi, bütün zorluklarına rağmen karşı çıkılacak bir husus değildir. Bu arada, ilk nazarda fark edilemeyen ama daha derinlerde cereyan eden bir başka değişim daha yaşanmaktadır. AKP, bir yandan kimliğini inşâ etmeye çalışırken, aynı zamanda kendi tabanını ve kendi kanalından siyaset, bürokrasi ve ticarete dahil edilen kitleleri dönüştürmektedir. Yeni makam, şöhret ve sermayeye kavuşan mütedeyyin çevrelerde ciddî bir dünyevîleşme yaşanmaktadır. Dinî hassasiyetlerde, kazanılan yeni dünyevî imkânlarla ciddî bir sarsılma ve çözülme müşahede edilmektedir. AKP’nin kimliğindeki “muhafazakârlık” ifadesinin birinci derecedeki muhatabı olan dindar cemaatlar, aslî ve kudsî vazifeleri zararına iktidar imkânlarının cazibesine kapılmış görünmektedirler. Sahip olunan salâbet-i diniye ve takva, iktidar imkânlarının cazibesiyle tekellüflü teviller yapılarak ihmal edilmektedir.

Netice olarak

12 Eylül Anayasası % 92 gibi nadir rastlanan bir ekseriyetle kabul edilmiş olmasına rağmen, günümüzde bu anayasayı savunan hiç kimse kalmamış olup üstelik demokratikleşmenin önünde en büyük engel olarak kabul edilmektedir. Bir dönem Demokrat misyonun temsilcisi vehmedilen ANAP hafızalardan silinme noktasına gelmiştir. 1995 seçimlerinde birinci parti çıkınca o günlerin heyecanıyla, “Demokratların devamı olamaz mı?” diye teveccüh edilen Refah Partisi, Saadet Partisi adıyla eski kimliği içerisinde yüzde ikilik oy yüzdesini arttırma gayreti içindedir.

1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat askerî müdâhalelerinin tamamının tahrip edici darbelerine doğrudan maruz kalmış, üç liderini idam sehpasına vermiş, hapis ve sürgünlerden geçerek bugünlere ulaşmış DP-AP-DYP çizgisi, Demokrat Parti adı altında siyasete tutunabilme mücadelesi vermeye devam etmektedir. Elbette, Demokrat misyonun bugünkü müşkül duruma düşmesinin sebeplerini tamamen kendi dışındaki tesirlere bağlamak biraz fazla komplocu bir izah tarzı olur. Bu misyonu temsil eden siyasetçilerin kendi vahim hatalarının da bu duruma düşülmesinde hızlandırıcı ve kolaylaştırıcı tesirleri ihmal edilemez. Bu hususta ciddî bir muhasebenin yapılması da kaçınılmazdır.

Bediüzzaman’ın çeşitli vesilelerle Demokratlarla diyaloğu muhafaza ederek onları sık sık ciddî bir tarzda ikaz edip tavsiyelerde bulunması, talebelerine de bu mânâda önemli bir vazife yüklemiş olmasına rağmen bu hususta ihmalkâr davranıldığı da ayrı bir gerçektir.

Demokrasi dışı müdâhalelere maruz kalarak tabiî yapısı bozulan siyasetimizde, ciddî kırılmalar yaşanmaya devam etmekte olup hâlâ sular tabiî mecralarını aramaktadır.

Böylesine istikrarsız ve kırılgan bir zeminde vatan, millet ve Kur’ân adına siyasî sabır ve metanetin sürdürülmesi mahcup olunacak bir davranış değil, iftihar edilecek bir sebâtın ifadesidir. Günlük hâkim rüzgârların tesiriyle en kritik devrede mevzi terk etmek ikbal peşinde olmayan insanların tenezzül edeceği bir davranış değildir. 1908’de Osmanlı Ahrar Fırkası’na destek veren Bediüzzaman; Ahrarlar’ın, İttihatçıların hışmına uğrayarak dağılmasından sonra hissiyat ve heyecan ile farklı arayışların peşine takılmamıştır. Kendi ifadesiyle Ahrarlar’ın 35 sene sonra dirilmesine kadar hak bildiği yolda sebat etmiştir.

Hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra feda edilemez.

(SON)

İstifâde edilen kaynaklar:

Ahmad Feroz. Demokrasi Sürecinde Türkiye. Hil Yayınları, 1996

İttihat ve Terakki. Kaynak yayınları, 1995

Akdoğan, Yalçın. Siyasal İslâm. Şehir Yayınları, 2000

Birinci, Ali. Hürriyet ve İtilaf Fırkası. Dergah Yayınları. 1990

Bora, Tanıl. Alparslan Türkeş. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, C: 4 (Milliyetçilik), İletişim yayınları, 2002

Çaha, Ömer. Dört Akım Dört Siyaset. Zaman Kitap, 2001

Çavdar, Tevfik. Türkiye’nin Demokrasi tarihi, 1950-1995. İmge Yayınları, 1996

Gün, Fahrettin. Sebilürreşad Dergisi Ekseninde Din, Siyaset ve Laiklik. Beyan yayınları, 2001

Güzel, Murat. Necip Fazıl Kısakürek. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, C: 5 (Muhafazakârlık). İletişim yayınları, 2003

Hilmi, Şehbenderzade Filibeli. Muhalefetin İflası. Nehir Yayınları, 1991

Karpat Kemal H. Türk Demokrasi Tarihi. Afa Yayınları,1996

Kocahanoğlu, Osman Selim. Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı. Temel yayınları, 2001

Mardin, Şerif. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri. İletişim Yayınları, 1996

Türkiye’de Din ve Siyaset. İletişim Yayınları, 1995

Nursî, Bediüzzaman Said. Emirdağ Lâhikası. Yeni Asya Neşriyat, 2004

Şuâlar. Yeni Asya Neşriyat, 2004

Beyanat ve Tenvirler, Yeni Asya Neşriyat, 2000

Divan-ı Harb-i Örfî, Yeni Asya Neşriyat, 2000

Ramsaur, E. E. Jön Türkler ve 1908 İhtilâli. Sander yayınları, 1982

Şahiner, Necmettin. Son Şahitler, C: 6. Nesil yayınları, 2007

ORHAN DÜNDAR

28.03.2009


Siyaset ve kulluk

Bir Müslüman olarak hayatın her karesine, her hadiseye iman nuruyla bakmak, Yaratan hesabına bakmak gerekir. Müslüman hayatın her alanında kulluğunu yaşamak durumundadır. Bu yüzden siyaset dairesi de hayatın içinden bir kesittir. Dolayısıyla bu daireyi görmemezlikten gelmek söz konusu değildir. Müslümanın siyasî tavrı, çizdiği profil, koyduğu duruşu da imanî olmalıdır.

Dinin lehinde olan için yardımcı olup, din aleyhinde bulunanların aleyhinde durmak siyaset dairesi içindeki imanî bir duruştur. Çünkü Bediüzzaman siyaset dairesine Kur’ân, İslâmiyet ve vatan menfaati adına bakmış ve ona göre bir duruş sergilemiştir. “Hakikî dindar ise, ‘Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir’ diye siyasete aşk-ı merak ile değil, ikinci, üçüncü mertebede, onu dine ve hakikate âlet etmeye—eğer mümkünse—çalışabilir.” (Emirdağ L., s. 53) Bediüzzaman’ın, “Meyve’nin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kırılmasın” hatırlatması bu açıdan önemlidir. Çünkü bu meselede, insanın ilgilenmesi gereken daireleri önem sırasına göre dizer. En önemli dairesinin nefis ve kalp dairesi olduğunu ve en önemli vazifenin de burada olduğunu söyler. Sonra sırasıyla hane, mahalle, şehir, vatan, memleket ve kâinat daireleri gelir.

Buradan vatan ve memleket dairesi ile ilgilenilmeyecek anlamı çıkmaz. Bilâkis her vatandaş, vakti gelince, vatan ve memleket ile ilgili yapması gereken vazifeyi ihmal etmemesi lâzımdır. Bu fıtrî bir hâldir. Yalnız burada bir ölçü lâzımdır. O da, en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife vardır. En büyük dairede ise, en küçük, muvakkat, ara sıra vazife bulunabilir.

Dolayısıyla hakikî dindar için birinci mertebedeki en önemli iş, kulluktur. Mü’min hayatının her alanını, her hâl ve şartı buna göre yaşamak durumundadır. Siyaset dairesine, bir Nur Talebesi olarak kulluğun ve talebeliğin bir icabı olarak bakar.

Bediüzzaman Hazretleri, “Taallüm-ü siyaset siyaset değildir” düsturuyla içtimâî ve siyasî mülâhazalarını, aşırılıktan uzak, istikameti gösteren anlayışla ortaya koymuştur. Günlük hadiselere, günü birlik münferit değerlendirmelere, belli şahıslara endeksli bir anlayışla siyasete bakmamıştır. Terbiye-i İslâmiyenin zedelendiği, kafaların allak bullak olduğu, şüphelerin alabildiğine büyüdüğü, hak ile batılın birbirine girdiği böyle bir zamanda siyaset gibi bir mesele ile fazla meşguliyet insanı dalâlete sürükleyebilir. Böyle bir ortamda halis niyetler de pek işe yaramaz. Niyet halis de olsa, dine zarar verme ihtimali vardır. Mes’uliyeti de vardır.

Şu anda Müslümanların şöyle bir tavır içinde olduğu görülüyor: Siyasetçileri hayr-ı mahz olarak görme yanılgısı. Bediüzzaman, Demokratları desteklerken ehven-i şer kaidesine göre desteklemiştir. İşte bu ölçüyü aşan Müslümanlar, mevcut siyasî parti liderlerini hayr-ı mahz olarak görüp, duâlar etmekte, tesbihler çekmektedirler.

Her mü’minin ölçüsü olmalıdır. Cenâb-ı Hak ile başbaşa kaldığı o halis ubudiyet vakitlerini, duâlarını, gece namazlarını dahi bir siyaset liderine duâlarla geçiriyorsa, bu gerçekten vahim bir durumdur. Bu bana Bediüzzaman’ın şu sözünü hatırlattı: “İnkılâb-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi, beytü’l-ankebut gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur; taklittir, onu telâşa düşürttürür. Zira itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükümetin cebinden zannettiğinden, kalbini aklını da hükümetin kesesinden tahayyül eder, korkar.” (Münâzarât, yeni tanzim, s. 113) Yani, parti ve liderlerini, hayr-ı mahz olarak görenler, dinde hisseleri örümcek ağı gibi ince olanlardır, çabuk dağılır. Allah’ın iradesi ve kudretinden emin değillerdir. Bu yüzden dinî temâyül ve hisleriyle hareket edip, dine zarar gelecek endişesindedirler. Oysa din Allah’ındır, ona kimse zarar veremez.

Böyle bir halde olan Müslümanlar vasat gibi bir durum içinde gözükseler de, aslında hastalanmış bir haldedirler. Çünkü ölçüsü kaçmış bir meşguliyettir. Kulluğun içine, ibadetlerin tam merkezine ‘siyaseti’ koyarak bakmak, meşgul olmak bir ifrat hâlidir. ‘Nasılsak öyle idare ediliriz’ prensibini unutmamak gerekir. Siyasetle, ölçüyü kaçırmadan, meşgul olacağımız daireleri karıştırmadan ilgilenmek gerekir. Siyasetle meşgul olup, ubudiyeti terk ne kadar vahim ise; ubudiyetle meşgul iken siyaseti onun merkezine almak da bir o kadar vahimdir.

***

Bediüzzaman’ın siyasette gösterdiği Kur’ânî ölçüyü bir zamanlar anlamayıp, bu camiayı fazla siyasetle meşgul diyerek itham edenler, bugünlerde kendileri, siyasetin tam göbeğinde rol almaktadırlar. Kaderin garip cilvesidir ki, ehl-i imanı siyasette itidâle çağıran yine bu camia olmaktadır.

YASEMİN YAŞAR

28.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis