"Gerçekten" haber verir 16 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Orduda köklü özeleştiri şart

Orgeneral Başbuğ’un 55 sayfalık konuşmasını dinlerken, askerin temel konulara bakış açısından yeni ne var, yeni ne olabilir sorusunu düşündüm.

Var mıydı yeni bir şey?

Böyle demek zorlama olabilir.

Genelkurmay Başkanı, öyle anlaşılıyor ki, askerin yaklaşımlarına bazı ince ayarlar, ince ayrımlar yapmak istemişti. Bunların ipuçları yok değildi ama fazlasıyla üstü örtülüydü hepsinin...

Örneğin, Orgeneral Başbuğ’un üst kimlik-alt kimlik çerçevesinde dile getirdiği ‘bireysel kültürel özgürlükler’ konusunu 1990’lı yılların Genelkurmay Başkanı ve DYP milletvekili Doğan Güreş Paşa’dan dinlemiştim.

Önüne yaydığı çalışma kartlarına bakarak, askerin ‘bireysel özgürlükler’e değil, ‘kolektif’ ya da ‘azınlık’ haklarına karşı olduğuna bana anlatmıştı.

Başbuğ Paşa da böyle dedi.

Demokrasilerde askeri otoritenin sivil otoriteye tabi olduğunun altını ilke olarak çizerken, bunun ülkeden ülkeye değişebilen bazı özellikler taşıyabileceğini de söyledi Orgeneral Başbuğ. Yani bizim ülkemiz biraz daha farklı demeye getirdi.

Gerek asker-demokrasi, gerekse asker-devlet ilişkilerine değinirken sık sık Huntington gibi bazı uluslararası üne sahip siyaset bilimcilerden de aktarmalar yaptı.

İnandırıcı olabildi mi?

Beni ikna edemedi.

Türkiye’de asker-sivil ilişkilerinin demokrasilerdeki olağan yerine oturması için hem zihinsel hem yasal değişiklikler gerekiyor. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından bu ihtiyaç uzun yıllardır orta yerde duruyor.

Orgeneral Başbuğ, bir konuya daha değindi:

Ordunun saygınlığı...

Bazı ‘önyargılar’la ve ‘demokratlık kisvesi’ altında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin saygınlığını sarsmak isteyenlere de sözü getirdi ve şöyle dedi:

“Türk Silahlı Kuvvetleri demokrasiyi engelleyici bir kurum değildir.”

Bu cümleyi yazdıktan sonra kenarına not düştüm:

“Acaba?..”

Çünkü ben farklı düşünüyorum.

Türk Silahlı Kuvvetleri bugüne kadar darbeleri ile, muhtıraları ile, siyasete doğrudan dolaylı müdahaleleri ile Türkiye’de demokrasi ve hukuk düzeninin yerli yerine oturmasında olumsuz rol oynamıştır; eksileri artılarına ağır basmıştır.

O kadar çok örneği var ki.

Böyle düşünmek, ne ‘önyargılı’ olmaktır, ne de ‘demokratlık kisvesi’ altında askeri yıpratmaya çalışmaktır.

Tam tersine...

Demokrasi ve hukuk düzeni içinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin doğru yerini savunmak, onun saygınlığını korumak ve kollamakla eşanlamlıdır. Öte yandan, Orgeneral Başbuğ, Cumhuriyet sonrası Türkiye’sinde ‘ulus-devlet’in kuruluş aşamasındaki bazı aşırılıkları ve bunların bugüne dönük kötü mirası üstünde daha çok düşünmeli.

Kürdün, Kürtçenin yok sayıldığı, Kürtçe konuşmakla Kürtçe isim koymanın yasaklandığı bir Cumhuriyet Türkiye’sinde, ‘Kürt ayaklanmaları’nı anlatırken, tarihimizde yaşadığımız bu ‘inkârcı’ politikalar göz ardı edilirse, bugünkü Kürt ve PKK sorunlarını Türkiye’nin aşabilmesi uzak ihtimal olur.

Daha fazla ‘vatan evladı’nın şehit olmaması, ölmemesi için bu noktaya gerekli önemin verilmesi şart...

Güneydoğu’da binlerce ve binlerce faili meçhul cinayet yaşandı.

Susurluk yaşandı.

12 Eylül’de örneğin Diyarbakır Askeri Cezaevi felaketi yaşandı.

Bu acıların tümünden eğer dersler çıkarıp bu ülkede demokrasi ve hukuku oturtacaksak, böyle bir niyetimiz varsa, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de kendi içine dönerek köklü bir özeleştiri mekanizması çalıştırması gerekir.

Bu çerçeveye hiç kuşkusuz yaşadığımız darbelerin, muhtıraların, askeri yönetimlerin ya da birkaç yıl önceki ‘darbe tertipleri’nin de sokulması, bu ülkede hem demokrasi ve hukuk, hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin saygınlığı açısından şarttır.

Tekrar belirtmek isterim.

Askeri eleştirmek asker düşmanlığı değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bazı bakımlardan eleştirmeyi ‘asker düşmanlığı’ içine sokmak, yanlışları sorgulamayı önlemektir ki, bu da demokrasileri demokrasi yapan özgür tartışmaya büyük bir darbe indirmek olur.

Orgeneral Başbuğ’un konuşması, farklı düşünenlerle bir tartışma ihtiyacından, bir diyalog kapısı aralama ihtiyacından da doğmuş olabilir.

Öyleyse, olumlu bir gelişme...

Tartışılacak konu çok çünkü.

Ve Türkiye’nin daha fazla gerilmemesi, kutuplaşmaması için özgür tartışma ve diyalog ortamlarına kesin ihtiyacı var.

Hasan Cemal, Milliyet, 15.4.2009

16.04.2009


Laiklik, iman ve amel

Din ve vicdan özgürlüğü anlamına da gelen laiklik, dini cemaatleri yasaklamaz. Kaldı ki, anayasanın 24. maddesi, dinin, sosyal düzeni kısmen şekillendirmesini değil, bu amaçla din duygularının yahut dince kutsal şeylerin istismar edilmesini yasaklıyor. Din, İlker Başbuğ’un dediğinin aksine, Allah ile kul arasında kalmaz . (Başbuğ, meselenin sadece iman kısmını ele alıyor. Ya amel?) Dinler, “ahiret” değil, tamamen “dünya” daki yaşantı ile ilgilidir; inananların hayat biçimlerini ve diğer bireylerle ilişkilerini tanzim eder.

Genelkurmay Başkanı birçok düşünürden alıntı yaptı. Ben de, Prof. Ali Fuat Başgil’in “Din ve laiklik” kitabından birkaç cümle vereyim:

“...Dini, herhangi bir kanaatten ayıran hususiyetlerden biri, dindeki imanın, amele dayanması, muayyen bir hareket tarzı emreden, insanlara vazifeler yükleyen ve bununla haricileşen bir inanç olmasıdır. Din, evvelâ iman, sonra ameldir. Amel de, Allah’a ibadet, dine hizmet, insani ilişkilerde hürmet ve ahlâklı davranmaktır. Bir dindar için mensup olduğu dinin akide ve esaslarını etrafa yaymak, bunları başkalarına duyurup, öğretmek, dini vazifelerin en mukaddeslerindendir. Çünkü dindarın nazarında, bu akide ve esaslar birer hakikattir; bunları bilmeyen insan helâk ve hüsrandadır. Hakikati göstermek, uçuruma kayan bir insanı tutup kurtarmak en büyük sevaptır. Demek din ve vicdan hürriyeti, serbestçe ibadet ve dua etme hakkını, dinini öğrenme ve öğretme, yayma, bu konuda yayınlar yapma imkânını da ihtiva eder.”

Bir dini cemaat mensubu olmak, bireysel özgürlüklere darbe anlamına gelmez. Zira birey, kendi özgür iradesiyle o cemaatin üyesi olmaya karar vermiştir. Aksine, kişileri dini cemaatlere girmekten men etmek, ya da yasadışı hiçbir faaliyeti olmayan dini cemaatleri yasaklamak, kınamak, ayırımcılığa tâbi tutmak, hem laikliğe, hem de demokrasiye aykırıdır.

Nazlı Ilıcak, Sabah, 15.4.2009

16.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis