"Gerçekten" haber verir 19 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Biz seni (Muhammed'i) ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.

Enbiyâ Sûresi: 107

19.04.2009


Kâinat, onun (asm) gelişini alkışladı

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya geldikten sonra, bahusus velâdet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki, şu hâdise, On Beşinci Söz’de katiyen bürhanlarıyla ispat ettiğimiz üzere, şu yıldızların sukutu, şeyâtin ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir. İşte, madem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm vahiyle dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlarla karışık, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbârâtına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’ân, nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur’ân hâtime çekmişti. İşte, eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar sûretinde yine bir nev'î kâhinlik, Avrupa’da, ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. Her ne ise...

Elhâsıl: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vâkıalar, pek çok zatlar zâhir olmuşlar. Evet, dünyaya mânen reis olacakHÂŞİYE ve dünyanın mânevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek ve cin ve inse saadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fâni cin ve insi idam-ı ebedîden kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlâkını ve muammâsını açacak ve Hâlık-ı Kâinatın makasıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zat, elbette o daha gelmeden her şey, her nev'î, her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse o da bilecek. Nasıl ki, sabık işaretlerde ve misâllerde gördük ki, herbir nev-î mahlûkat, onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi mû’cizâtını gösteriyorlar, mû’cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar.

Hâşiye: Evet, Sultan-ı “Levlâke Levlâk,” öyle bir reistir ki; bin üç yüz elli senedir saltanatı da devam ediyor. Birinci asırdan sonra herbir asırda lâakal üç yüz elli milyon tebaası ve raiyeti vardır. Küre-i arzın yarısını bayrağı altına almış ve tebaası, kemâl-i teslimiyetle, ona hergün salât ü selâmla tecdid-i biat ederek emirlerine itaat ederler.

Mektûbât, 19. Mektub, s. 178,

(yeni tanzim, s. 304)

LÜGATÇE:

bahusus: Özellikle.

katiyen: Kesinlikle.

bürhan: Delil.

bi’set: Gönderme, gönderilme, Allah’ın peygamber göndermesi.

velâdet: Doğum.

şeyâtin: Şeytanlar.

nübüvvet: Nebîlik, peygamberlik.

hüsn-ü istikbal: Güzel karşılama.

sukut: Düşme.

iras: Verme, meydana getirme.

kâhin: Gelecekten haber verdiği söylenen kimse, falcı.

ispirtizmacı: Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan ve bu maksatla deney yapan.

saadet-i ebediye: Sonsuz saadet.

idam-ı ebedî: Ahiret inancı olmadığı için, ölümü ebedî yokluğa gitmek olarak görme.

hikmet-i hilkat: Yaratılış hikmeti.

tılsım-ı muğlâk: Anlaşılması zor, kapalı, gizli şey.

muammâ: Anlaşılmaz iş, bilinmeyen hâl.

Hâlık-ı Kâinat: Kâinatın yaratıcısı olan Allah.

Küre-i Arz: Dünya.

19.04.2009


Âleme O’nun (asm) nuruyla bakmak

Bir hadis-i şerifte buyurulur ki:

“Cenâb-ı Hak her şeyden evvel benim nurumu yarattı.” 1

Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i (as) yarattıktan sonra, başını kaldırıp Arş-ı A’lâ’ya bakan Hz. Âdem, muazzam bir nur ile yazılı bir isim gördü: “Ahmed”

Merak edip: “Ya Rabbi bu nur nedir?” diye sordu.

Allah (cc): “Bu, senin soyundan bir peygamberin nûrudur ki, onun adı göklerde Ahmed, yerlerde Muhammed’dir”2 buyurdu. Bu nur, ilk olarak Hz. Âdem’in alnında parladı, peygamberden peygambere geçerek gelen bu nur, Hz. İbrahim’e (as) intikal etti, ondan da oğlu Hz. İsmail’e (as) intikal etmiş oldu. Ve kâinat onun nuruyla nurlandı ve anlam kazandı.

Şu kâinat sarayının San’atkârı bilinmek ister.

- Madem bilinmek istiyor, elbette bildirecek.

- Madem bildirecek, elbette konuşacak.

- Madem konuşacak, elbette akıl ve şuur sahibi olanlarla konuşacak.

- Madem insanla konuşacak, elbette insanlar içinde O’nun kelâmını anlamaya en müsait bir seçkin kuluyla konuşacak.

- Ve sonra da bütün bir insanlıkla o seçkin kulu vasıtasıyla konuşacak...

“O zât-ı nuranî olmasaydı, kâinat da, insan da, her şey de adem hükmünde kalır, ne kıymeti olur ve ne ehemmiyeti kalırdı. Binaenaleyh, bu kadar garip, acip, güzel kâinat için böyle tarifat ve teşrifatçı bir mürşid-i harika lâzımdır. ‘Eğer bu zat (asm) olmasaydı kâinat da olmazdı’ meâlinde olan hadis-i kudsî şu hakikatı tenvir ediyor (nurlandırıp ışıklandırıyor).”3

O, beklenen ve müjdelenen bir Peygamberdi.

Yerde ve gökte bulunan bütün varlıklar, dünyayı saran siyah bulutları dağıtacak, hakikat nurunu parıldatacak rahmet ve şefkat peygamberi Hz. Muhammed’i (asm) bekliyordu. Çünkü, onun geleceği kendisinden önce gönderilen Peygamberler tarafından müjdelenmişti.

Cenâb-ı Allah (cc), kâinatı muhteşem ve mükemmel bir saray şeklinde yaratmış, kehkeşanlar, yıldızlar ve cisimlerle birlikte gökleri ve esrarengiz güzelliğiyle yeryüzünü bu sarayın tefrişatı olarak halk etmiştir. Önceleri cinler âlemi, bu kâinat sarayının şerefli ve nazdar misafirleriydiler ve sarayın Sahibi’ni gerektiği gibi tanıyıp O’na tesbih ve ibadetlerini arz etmek, yaşadıkları sarayı da O'nun Sahibi’nin emir ve tâlimatları istikametinde kullanmak sorumluluğu altındaydılar. Ne var ki, bu sorumluluğu gerektiği ölçüde yerine getiremediler ve Cenâb-ı Allah (cc) tarafından bu sorumluluktan da âzâde kılınmadılar. Ancak onların yerine talimatlara uygun olarak sarayı kullanacak o sarayın asıl misafiri olarak insanı var kıldı; yani, insanı yeryüzünde cinlere halef/halife yaptı.

Bu vazifeyi yerine getirmede sarayı, sahibini ve sarayın kullanım tarzını çok iyi bilen ve tanıyan ve bildiklerini anlatacak bir rehbere, bir kılavuza ihtiyaç vardı. Aksi takdirde saray ve içindekiler boşuna yaratılmış olurlardı. Şimdiye kadar pek çok kılavuz gönderilmiş ise de, kılavuzluğu en kâmil mânâda yerine getiren, bu kılavuzluk misyonu için yaratılan Allah Resûlü Hz. Muhammed’dir (asm). O, en seçkin, en maharetli, en üstün bir kılavuz olarak görevlendirilmiştir. Onun risâleti kâinatın yaratılmasının; duâsı ve ibadeti, âhiret’in yaratılmasının sebebidir. O cihanın fahri buyururlar ki: “Ben, babam İbrâhim’in duâsıyım.”4

Hz. İbrahim’in duâsı, böyle bir nur’un zuhuruna vesile oldu. O nur ile kâinatın şekli değişti.

Çeşit çeşit değişiklikler, hareket ve gelişmeler anlam kazandı. O nur ile kâinat bir zikirhane, Rabbânî bir mektup, yaratılış delillerinin parlak bir sahifesi, İlâhî tecellilerin aynası hâline dönüştü. O nur olmasaydı, kâinat, insan ve her şey hiçe inecekti. Varlığın devamı için böyle ebedî ve ezelî bir nur lâzımdır. Cehalet ve zulmet bulutları nur-u Muhammedî ile dağıldı. O gece; dalâlet, cehâlet, sefâlet, vahşet ve atâlet girdabında kıvranan insanlığın hürriyet ve ebedî saâdete adım attığı gecedir.

Hoş geldin ey zamanın ve mekânın bütün zerrelerine inen Ezelî ve Ebedî Nur!

İSMAİL AKSOY / aksoyismail06@g

19.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis