saraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesi hay-
        
        
          siyetiyle, değil elem, belki imanın kuvvetine göre cenne-
        
        
          tin bir nevi manevî lezzetini dünyada dahi tattırdığı gibi;
        
        
          gelecek istikbal zamanı, değil vahşetgâh ve karanlık, bel-
        
        
          ki iman gözüyle görünür ki, saadet-i ebediye sarayların-
        
        
          da hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve
        
        
          yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran bir rah-
        
        
          man-ı rahîm-i zülcelâli ve’l-İkram’ın ziyafetleri kurulmuş
        
        
          ve ihsanlarının sergileri açılmış, oraya sevkiyat var, diye
        
        
          iman sinemasıyla müşahede ettiğinden, derecesine göre
        
        
          bâkî âlemin bir nevi lezzetini hissedebilir. demek, hakikî
        
        
          ve elemsiz lezzet yalnız imanda ve iman ile olabilir.
        
        
          İmanın bu dünyada dahi verdiği binler fayda ve neti-
        
        
          celerinden yalnız bir tek fayda ve lezzetini; bu mezkûr
        
        
          bahsimiz münasebetiyle,
        
        
          Gençlik Rehberi’
        
        
          nde bir haşiye
        
        
          olarak yazılan bir temsille beyan edeceğiz. Şöyle ki:
        
        
          Meselâ, senin gayet sevdiğin bir tek evlâdın sekeratta
        
        
          ölmek üzere iken ve me’yusâne elim ebedî firakını düşü-
        
        
          nürken, birden Hazret-i Hızır ve Hakîm-i lokman gibi
        
        
          bir doktor geldi, tiryak gibi bir macun içirdi; o sevimli ve
        
        
          güzel evlâdın gözünü açtı, ölümden kurtuldu. ne kadar
        
        
          sevinç ve ferah veriyor, anlarsın.
        
        
          İşte o çocuk gibi, sevdiğin ve ciddî alâkadar olduğun
        
        
          milyonlar sence mahbup insanlar, o mazi mezaristanın-
        
        
          da, senin nazarında, çürüyüp mahvolmak üzere iken,
        
        
          birden hakikat-i iman, Hakîm-i lokman gibi o büyük
        
        
          ÜçÜnCÜ mesele
        
        
          
            | 30 |
          
        
        
          
            M
          
        
        
          
            eYve
          
        
        
          
            R
          
        
        
          
            isalesi
          
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            âlem:
          
        
        
          dünya, cihan.
        
        
          
            bahis:
          
        
        
          konu.
        
        
          
            bâkî:
          
        
        
          sonsuz, daimi, ebedi.
        
        
          
            beyan etmek:
          
        
        
          açıklamak, bildir-
        
        
          mek, izah etmek.
        
        
          
            ciddî:
          
        
        
          gerçek olarak, hakikaten.
        
        
          
            ebedî:
          
        
        
          sonu olmayan, daimî, sü-
        
        
          rekli.
        
        
          
            elem:
          
        
        
          dert, üzüntü, maddî-manevî
        
        
          ıztırap.
        
        
          
            evlât:
          
        
        
          veletler, çocuklar.
        
        
          
            ferah:
          
        
        
          gönül açıklığı, sevinç, sevin-
        
        
          me.
        
        
          
            firak:
          
        
        
          ayrılık, hicran.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son derece.
        
        
          
            hakikat-i iman:
          
        
        
          iman hakikati.
        
        
          
            hakikî:
          
        
        
          gerçek.
        
        
          
            Hakîm-i Lokman:
          
        
        
          Kur’ân’da adı
        
        
          geçen, peygamber olup olmadığı
        
        
          kesin olmayan, öğütleri, ahlâkî ve
        
        
          tıbbî sözleri ile tanınan büyük bir
        
        
          zat. Hz. Lokman (as), Hz. Davud‘a
        
        
          (as) yetişmiş ve ondan ilim öğren-
        
        
          miştir. Halk arasında daha çok, bir
        
        
          hekim (doktor) olarak tanındığı
        
        
          için Hekim-i Lokman olarak yâd
        
        
          edilmiştir. Hekim olduğu hususun-
        
        
          da âlimler ittifak etmektedirler.
        
        
          
            haşiye:
          
        
        
          dipnot.
        
        
          
            haysiyet:
          
        
        
          şeref, onur, itibar.
        
        
          
            Hazret-i Hızır:
          
        
        
          İkinci tabaka-i ha-
        
        
          yat mertebesinde yaşayan ve
        
        
          Kur’ân-ı Kerîm’de ismi geçen meş-
        
        
          hur peygamber.
        
        
          
            ihsan:
          
        
        
          bağışlama, ikram etme, lü-
        
        
          tuf.
        
        
          
            intizar:
          
        
        
          bekleme, gözleme.
        
        
          
            kerem:
          
        
        
          cömertlik, lütuf, ihsan, ba-
        
        
          ğış.
        
        
          
            kuvvet:
          
        
        
          güç, kudret.
        
        
          
            macun:
          
        
        
          hamur kıvamına getirilmiş
        
        
          ilâç.
        
        
          
            mahbup:
          
        
        
          sevgili, sevilen, mu-
        
        
          habbet edilen.
        
        
          
            mahvolma:
          
        
        
          yok olma, orta-
        
        
          dan kalkma, batma.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          manaya ait, maddî
        
        
          olmayan.
        
        
          
            mazi:
          
        
        
          geçmiş zaman.
        
        
          
            meselâ:
          
        
        
          örneğin.
        
        
          
            me’yusâne:
          
        
        
          ümitsizce, ümit-
        
        
          sizlikle, ümitsiz bir şekilde.
        
        
          
            mezkûr:
          
        
        
          zikredilen, adı geçen,
        
        
          anılan.
        
        
          
            münasebet:
          
        
        
          ilişki, alâka.
        
        
          
            müşahede:
          
        
        
          bir şeyi gözle gör-
        
        
          me, seyretme.
        
        
          
            nazar:
          
        
        
          bakış, dikkat.
        
        
          
            nevi:
          
        
        
          çeşit, tür.
        
        
          
            nimet:
          
        
        
          lütuf, ihsan, bağış.
        
        
          
            Rahman-ı Rahîm-i Zülcelâli
          
        
        
          
            ve’l-İkram:
          
        
        
          sonsuz ikram, haş-
        
        
          met, şefkat, merhamet sahibi
        
        
          olan ve bütün varlıkların rızkı-
        
        
          nı veren; Allah.
        
        
          
            rahmet:
          
        
        
          şefkat etmek, merha-
        
        
          met etmek, esirgemek.
        
        
          
            saadet-i ebediye:
          
        
        
          sonu olma-
        
        
          yan, sonsuz mutluluk.
        
        
          
            sekerat:
          
        
        
          ölmek üzere olan bir
        
        
          kişinin kendinden geçmesi.
        
        
          
            sevkiyat:
          
        
        
          sevk işi, gönderme
        
        
          işi.
        
        
          
            temsil:
          
        
        
          misal getirme, özellikle
        
        
          öğüt alınsın diye mesel anlat-
        
        
          ma.
        
        
          
            tiryak:
          
        
        
          panzehir olarak kulla-
        
        
          nılan, zehirlenme veya hasta-
        
        
          lıklardan şifa bulmaya vesile
        
        
          olan ilâç.
        
        
          
            vahşetgâh:
          
        
        
          yalnızlık yeri, kor-
        
        
          ku veren yer, ıssız yeri.
        
        
          
            ziyafet:
          
        
        
          ikram için verilen ye-
        
        
          mek, yemekli davet, şölen