Emirdağ Lâhikası - page 247

Œ
87
œ
dâhiLiYE VEkiLi iLE hasBihâLdEN
Bir ParÇadır
Hiçbir tarihte ve zemin yüzünde emsali vuku bulma-
yan bir zulme ve on vecihle kanunsuz bir gadre ve tazyi-
ke hedef olmuşum. Şöyle ki:
Hem şiddetli, suikasıt eseri olarak zehirlenmeden,
hasta; hem gayet zaif, yetmiş bir yaşında ihtiyar; hem
kimsesiz, acınacak bir gurbette; hem sako, hem fanilâ ve
pabucunu satmakla maişetini temin eden fakîrü’l-hal;
hem, yirmi beş sene münzevî olmasından, binden ancak
tam sadık bir adam ile görüşebilen bir merdümgiriz, mü-
tevahhiş; hem, yirmi sene hayatını ve eserlerini üç mah-
keme ve Ankara ehl-i vukufu inceden inceye tetkikten
sonra bilittifak beraatına ve eserleri vatana, millete zarar-
sız olarak menfaatli olmasına karar verilmiş bir masum;
hem eski Harb-i Umumîde ehemmiyetli hizmet etmiş bir
vatan evlâdı; hem, şimdi bu milleti, bu vatanı, anarşîlik-
ten ve ecnebi ifsadlarından kurtarmak için, meydandaki
tesirli asarıyla bütün kuvvetiyle çalışan bir hamiyetper-
ver; ve mahkemede yetmiş şahitle ispat edildiği gibi, yir-
mi beş senede bir gazeteyi okumayan, merak etmeyen
ve yedi sene Harb-i Umumîye bakmayan, sormayan, bil-
meyen ve eserlerinde kuvvetli delillerle siyasetten bütün
bütün alâkasını kestiğini ispat eden ve dünyanıza karış-
madığını adliyeleriniz resmen itiraf ettiği bir zararsız
adam; hem, ahiretine ve ihlâsına zarar gelmemek için
Emirdağ Lâhikası – ı | 247 |
maişet:
geçim, geçinme.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
menfaat:
fayda.
merak:
endişe.
merdümgiriz:
insanlardan sıkılan,
kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık
isteyen.
münzevi:
inzivaya çekilen, köşeye
çekilmiş, yalnız.
mütevahhiş:
tevahhuş eden, kor-
kan, ürken, yadırgayan, çekinen.
resmen:
resmî olarak, resmî bir
şekilde.
sadık:
sadâkatli, dostluğu ve bağ-
lılığı içten olan.
sako:
üste giyilen erkek elbisesi.
suikast:
kötü kasıt, kötü niyet;
kötü kasıtla iş yapma, tuzak
kurma.
tazyik:
zorlama, baskı, sıkıntı
verme.
temin:
sağlama.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
vecih:
şekil, tarz.
vuku:
olma, meydana gelme.
zaif:
zayıf.
zemin:
yer.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya, kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
anarşi:
her türlü düzen ve oto-
riteye karşı koyarak karışıklığı
meydana getirme durumu.
asar:
eserler.
beraat:
serbest kalma, suçsuz
bulunma, aklanma.
bilittifak:
ittifakla, beraberce,
elbirliğiyle.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
ecnebi:
yabancı.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi
olanlar.
emsal:
eş, benzer.
evlât:
çocuklar.
fakirülhâl:
muhtaç ve fakirlik
içinde olma.
gadir:
zulüm, hainlik.
gayet:
son derece.
gurbet:
yabancı memleket,
doğup büyünülen yer dışında
kalan yerler.
hamiyetperver:
hamiyet sa-
hibi, din ve millet gibi önemli
değerleri seven, koruyan ve
bunlara hizmet eden.
harb-i Umumî:
genel harp,
umumî savaş; 1914-1918 yıl-
ları arasında cereyan eden Bi-
rinci Dünya Savaşı.
hasbihâl:
hâlleşme; görüşüp
konuşma, sohbet.
hizmet:
görev, vazife.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
karışıklık çıkarma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
ihtiyar:
yaşlı.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
1...,237,238,239,240,241,242,243,244,245,246 248,249,250,251,252,253,254,255,256,257,...1032
Powered by FlippingBook