Emirdağ Lâhikası - page 603

pencere-i tevhid var ve doğrudan doğruya zat-ı Vahid-i
ehad’i sıfâtıyla bildiren ayetleri, yani delâletleri ve iflaret-
leri var.
İflte, Hüve nüktesiyle bu mezkûr hakikat-i kudsiyeye
ve imaniyeye ve huzuriyeye icmalen iflaretler vardır. ri-
sale-i nur, bu hakikati izahatıyla ispat etmifl. eski zaman-
daki ehl-i hakikat bir derece mücmelen ve muhtasaran
beyan etmifller. demek, bu dehfletli zaman daha ziyade
bu hakikate muhtaçtır ki, kur’ân-ı Hakîm’in i’cazıyla bu
hakikat tafsilâtıyla ihsan edilmifl, nur risaleleri de bu ha-
kikata bir naflir olmufllar.
(1)
»/
bÉn
Ñr
dGn
ƒo
g »/
bÉn
Ñr
dn
G
Kardeşiniz
SaidNursî
ì®í
Œ
2 8 5
œ
Dindarvehamiyetkârvevatanpervermilletvekil-
lerineşunuarzediyorum:
Mekke-i Mükerreme’de Hacerü’l-esved yanında hür-
met için konulduğunu hacıların gördükleri
Zülfikar
Mu’cizat-ı kur’âniye mecmuasıyla, Medine-i Münevvere-
de de peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın kabri üze-
rinde konulduğunu gördükleri
Asa-yıMûsa
mecmuası
gibi risale-i nur’un bir kısım eczaları, âlem-i İslâm’ın
bizimle hakikî uhuvvetini temine vesile oldukları hâlde,
Emirdağ Lâhikası – ıı | 603 |
dıkları şeyi yapmak.
icmalen:
kısaltarak, kısaca, özetle.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kabir:
mezar.
kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
mecmua:
kitap, eser.
medine-i münevvere:
Nurlu Me-
dine şehri.
mekke-i mükerreme:
keremli,
aziz, mukaddes Mekke şehri.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
mu’cizat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
mu’cizeleri.
muhtaç:
gerek duyan.
muhtasaran:
muhtasar olarak,
kısa olarak, özet olarak, tafsilâtsız,
kısaltılmış.
mücmelen:
kısa ve özlü bir şe-
kilde, özet olarak.
naşir:
eser, neşreden, yayınlayan,
dağıtan.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sıfât:
vasıflar, nitelikler.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar, izah-
lar.
temin:
sağlama.
uhuvvet:
kardeşlik, din kardeşliği.
vatanperver:
yurtsever, vatanına
düşkün, vatanını seven kimse.
vesile:
bahane, sebep.
Zat-ı Vahid-i Ehad:
bir olan ve bir-
liği her bir şeyde tecelli eden Zat,
Allah (c.c.).
ziyade:
çok, fazla.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
aleyhissalâtü Vesselâm:
Sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
arz:
sunma, bildirme.
asa-yı mûsa:
Bediüzzaman
Said Nursî’nin bir eseri.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
beyan:
anlatma, açıklama.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
dindar:
dinin emirlerini yerine
getiren.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah
adamı.
hacerü’l-Esved:
Kâbe’de bu-
lunan meşhur siyah taş.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikat-i huzuriye:
huzurda
bulunma gerçeği, hakikati.
hakikat-i imaniye:
iman ha-
kikatleri.
hakikat-i kudsiye:
kudsî,
yüce hakikatler.
hakikî:
gerçek.
hamiyetkâr:
hamiyetli, onur
ve haysiyet sahibi.
hürmet:
saygı.
i’caz:
mucizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz kal-
1.
Bâkî olan ancak Allah’tır.
1...,593,594,595,596,597,598,599,600,601,602 604,605,606,607,608,609,610,611,612,613,...1032
Powered by FlippingBook