Emirdağ Lâhikası - page 831

nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr nur ta-
lebelerinin tayınatına acip bir bereketle kâfi gelen ve nur
nüshalarının fiatı olan o mübarek sermayeyi ben öldük-
ten sonra da o halis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyo-
rum ki, altmış yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene
sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler. İnşa-
allah risale-i nur’un tab serbestiyeti olsa, o düstur daha
fazla inkişaf eder.
Medar-ı hayrettir ki, o eski zamanda evkaftan beş ta-
lebenin tayınatını Van’da eski said kabul etmiş, o az pa-
ra ile bazen talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çıktığı
hâlde kendi talebelerinin tayınatını kendisi veriyordu. o
kanaat ve iktisadın bereketiyle ve kendi beş altı mavzer
tüfeğini satmakla istiğna kaidesini bozmadı. o zaman
meşhur tahir paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini
bozmadı. o altmış yetmiş senelik düstur-i hayatının, bir
işaret-i gaybiye ile altmış yetmiş sene sonra o kanaat ve
istiğnanın bir meyvesi inayet-i İlâhiye ile ihsan edildi ki,
o kadar mahkemeler ve yasaklar ve müsadereler ve eski
hurufla izin vermemekle beraber, kaç senedir dört beş vi-
lâyet vüs’atindeki manevî Medresetüzzehra’nın fedakâr
talebelerinin tayınatını risale-i nur kendisi hediye etti.
Hâlbuki, o nüshaların bir kısm-ı mühimmini hediye
olarak mukabelesiz etrafa ve âlem-i İslâm ve Avrupa’ya
gönderdiği ve elindeki nafakasını nurun teksirine sarf et-
tiği hâlde, yine nurun nüshaları acip bir tarzda hem
kendine, hem o halis fedakârlarına kâfi gelmesi, eski
Emirdağ Lâhikası – ıı | 831 |
ilimleriyle din ilimlerinin birlikte
okutulmasını düşündüğü üniver-
site.
mukabele:
karşılık.
mübarek:
feyizli, bereketli.
müsadere:
toplatma, elden alma.
nafaka:
geçimlik, geçinmek için
gerekli olan şey.
Nur:
Risale-i Nur eserleri.
nüsha:
kitap.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sarf:
harcama.
serbestiyet:
serbestlik, rahat ve
serbest olma hâli.
sermaye:
varlık, servet, birikim.
tab:
basma.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil.
tatbik:
uydurma, uygulama.
tayınat:
erzak, yiyecek, gıda, ta-
yınlar, tayin edilen parça veya
miktar.
teksir:
çoğaltma, artırma.
vasiyet:
bir kimsenin öldükten
sonra yapılmasını istediği şeyler
için, sağlığında verdiği emir ve ıs-
marlama.
vilayet:
il.
vüs’at:
genişlik.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
bereket:
bolluk, bereket, gür-
lük.
düstur:
kaide, esas, prensip.
düstur-i hayat:
hayat kanunu,
hayat kaidesi.
evkaf:
vakıflar idaresi.
evvel:
önce.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
halis:
saf, samimî.
huruf:
harfler.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
iktisat:
tutum, biriktirme, ar-
tırma, tasarruf.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yar-
dımı.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
inşaallah:
Allah izin verirse.
istiğna:
aza kanaat etme,
olanla yetinme, gönül tokluğu,
tok gözlülük.
istiğna:
ihtiyaçsızlık, gerek
duymazlık.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili
işaret; Hz. Peygamber, müçte-
hit imamlar tarafından gayba
ait verilen haberler, işaret yolu
ile yapılan açıklamalar.
kâfi:
yeterli.
kaide:
kural, esas, düstur.
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
kısm-ı mühim:
önemli kısım.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mavzer:
bir cins tüfek.
medar-ı hayret:
hayret se-
bebi, hayrete sevk eden.
medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın doğuda (Van) yapılma-
sını idarecilere teklif ettiği, fen
1...,821,822,823,824,825,826,827,828,829,830 832,833,834,835,836,837,838,839,840,841,...1032
Powered by FlippingBook