Lem'alar - page 539

ONİKİNCİRİCA
Bir zaman, Isparta vilâyetinin Barla nahiyesinde, nefiy
namı altında işkenceli bir esaretle, yalnız ve kimsesiz, bir
köyde ihtilâttan ve muhabereden men edilmiş bir vaziyet-
te, hem hastalık, hem ihtiyarlık, hem de gurbet içinde ga-
yet perişan bir hâlde iken, Cenab-ı Hak kemal-i merha-
metinden, kur’ân-ı Hakîm’in nüktelerine, sırlarına dair
benim için medar-ı teselli bir nur ihsan etmişti. onunla o
acı, elîm, hazin vaziyetimi unutmaya çalışıyordum.
Vatanımı, ahbabımı, akaribimi unutabiliyordum. Fakat,
vâhasretâ, birisini unutamıyordum. o da hem biraderza-
dem, hem manevî evlâdım, hem en fedakâr talebem,
hem en cesur bir arkadaşım olan merhum Abdurrahman
idi. Altı yedi sene evvel benden ayrılmıştı. ne o benim ye-
rimi biliyor ki yardıma koşsun, teselli versin; ve ne de ben
onun vaziyetini biliyordum ki onunla muhabere edeyim,
dertleşeyim. Benim bu ihtiyarlık vaziyeti zamanımda öy-
le fedakâr, sadık birisi bana lâzımdı.
sonra, birden, birisi bana bir mektup verdi. Mektubu
açtım, gördüm ki, Abdurrahman’ın mahiyetini tam gös-
terir bir tarzda bir mektup ki, o mektubun bir kısmı Yir-
mi Yedinci Mektubun fıkraları içinde, üç zahir kerameti
gösterir bir tarzda derç edilmiştir. o mektup beni çok ağ-
lattırmış ve el’an da ağlattırıyor. Merhum Abdurrahman,
o mektupla, pek ciddî ve samimî bir surette, dünyanın ez-
vakından nefret ettiğini ve en büyük maksadı, bana yeti-
şip, küçüklüğünde benim ona baktığım gibi o da ihtiyar-
lığımda bana hizmet etmekti. Hem, dünyada benim
Lem’aLar | 539 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
rica:
ümit.
sadık:
sadâkatli, dostluğu ve bağ-
lılığı içten olan.
suret:
biçim, tarz.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
vâhasretâ:
eyvah, hasret olsun.
vaziyet:
durum, hâl.
vilâyet:
il.
zahir:
açık.
ahbap:
dostlar.
akarip:
akrabalar, yakınlar.
biraderzade:
yeğen.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ ken-
disi olan şeref ve yücelik sa-
hibi Allah.
dair:
alâkalı, ilgili.
derç:
sokma.
el’an:
şimdi, hâlâ.
elîm:
çok acı verici, elemli.
esaret:
esirlik, hüküm altında
bulunma.
evlât:
çocuklar.
ezvak:
zevkler, hazlar.
fedakâr:
feda eden.
fıkra:
bend, paragraf.
gayet:
son derece.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
hazin:
hüzün veren, elîm.
ihsan:
ikram etme, lütuf.
ihtilât:
karışıp görüşme.
kemal-i merhamet:
tam bir
merhamet ile.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
lâzım:
gerekli.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
hakikati.
maksat:
gaye.
manevî:
manaya ait.
medar-ı teselli:
teselli kay-
nağı.
men etme:
engelleme.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş.
muhabere:
haberleşme.
nam:
ad.
nefiy:
sürgün etme.
nefret:
iğrenme, tiksinme.
nur:
aydınlık, ışık.
nükte:
ince söz ve mana.
1...,529,530,531,532,533,534,535,536,537,538 540,541,542,543,544,545,546,547,548,549,...1406
Powered by FlippingBook