Lem'alar - page 540

hakikî vazifem olan neşr-i esrar-ı kur’âniyede, muktedir
kalemiyle bana yardım etmekti. Hatta mektubunda yazı-
yordu: “Yirmi otuz risaleyi bana gönder; her birisinden
yirmi otuz nüsha yazıp ve yazdıracağım” diyordu.
o mektup, bana, dünyaya karşı kuvvetli bir ümit verdi.
deha derecesinde zekâya malik ve hakikî evlâdın çok fev-
kinde bir sadâkat ve irtibatla bana hizmet edecek böyle
cesur bir talebemi buldum diye, o işkenceli esareti, o kim-
sesizliği, o gurbeti, o ihtiyarlığı unuttum.
o mektuptan evvel, iman-ı bilahirete dair tab ettirdi-
ğim onuncu sözün bir nüshası eline geçmişti. güya o ri-
sale ona bir tiryak idi ki, altı yedi sene zarfında aldığı bü-
tün manevî yaralarını tedavi etti. gayet kuvvetli ve par-
lak bir imanla ecelini bekliyor gibi, bana o mektubu yaz-
mış. Bir iki ay sonra Abdurrahman vasıtasıyla yine
mes’udâne bir hayat-ı dünyeviye geçirmek tasavvurunda
iken, vâhasretâ, birden onun vefat haberini aldım. Bu
haber o derece beni sarstı ki, beş senedir daha o tesir al-
tındayım. o vakit bulunduğum işkenceli esaret ve yalnız-
lık ve gurbet ve ihtiyarlık ve hastalığım, on derece onla-
rın fevkinde bana bir firkat, bir rikkat, bir hüzün verdi.
Benim merhume validemin vefatıyla hususî dünyamın ya-
rısı, onun vefatıyla vefat etmiş diyordum. Abdurrah-
man’ın vefatıyla da, bâkî kalan öteki yarı dünyam da ve-
fat etti gördüm. dünyadan bütün bütün alâkam kesildi.
Çünkü o dünyada kalsaydı, hem dünyadaki vazife-i uhre-
viyemin kuvvetli bir medarı ve benden sonra tam yerime
geçecek bir hayrü’l-halef ve hem de bu dünyada en
alâka:
ilgi, bağ.
bâkî:
ebedî, daimî.
dair:
alâkalı, ilgili.
deha:
olağanüstü zekâ sahibi
kimse.
ecel:
ölüm vakti.
esaret:
esirlik, hüküm altında bu-
lunma.
evlât:
çocuklar.
evvel:
once.
fevk:
üst.
firkat:
ayrılık.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
| 540 | Lem’aLar
gayet:
son derece.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
güya:
sanki.
hakikî:
gerçek.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hayrü’l-halef:
hayırlı takipçi.
hususî:
özel, şahsî.
hüzün:
keder, gam.
iman:
inanma, itikat.
iman-ı bilahiret:
ahirete iman.
irtibat:
bağlantı, münasebet.
malik:
sahip.
manevî:
manaya ait.
medar:
sebep, vesile.
merhume:
rahmete kavuş-
muş kadın.
mes’udâne:
mutluca, mutlu
olarak geçen.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
neşr-i esrar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın sırlarını neşretmek,
yaymak.
nüsha:
yazılı bir şeyden çıka-
rılan suret.
rikkat:
müteessir olma hâleti.
sadâkat:
bağlılık.
tab:
kitap basma.
talebe:
öğrenci.
tasavvur:
bir şeyi zihinde ta-
sarlama, kurma.
tedavi:
tıbbî tedavi, iyileş-
tirme.
tesir:
etki.
tiryak:
ilâç, care.
vâhasretâ:
eyvah, hasret ol-
sun.
valide:
anne.
vasıta:
aracılık.
vazife:
görev.
vazife-i uhreviye:
ahirete ait
vazifeler.
vefat:
ölüm.
zarfında:
süresinde.
1...,530,531,532,533,534,535,536,537,538,539 541,542,543,544,545,546,547,548,549,550,...1406
Powered by FlippingBook