Lem'alar - page 655

resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ait it’am ve irza-
kı murat etmek gerektir. Yoksa, gayet bedihî bir malûmu
ilâm kabîlinden olur, i’caz-ı kur’ân’ın belâgatine uygun
gelmez.
İKİNCİ VECİH:
İnsan rızka çok müptelâ olduğu için,
rızka çalışmak bahanesi, ubudiyete mâni tevehhüm edip
kendine bir özür bulmamak için, ayet-i kerîme diyor ki:
“siz ubudiyet için halk olunmuşsunuz. netice-i hilkati-
niz ubudiyettir. rızka çalışmak, emr-i İlâhî noktasında bir
nevi ubudiyettir. Benim mahlûkatım ve rızıklarını deruh-
te ettiğim nefisleriniz ve ıyaliniz ve hayvanatınızın rızkını
tedarik etmek, âdeta Bana ait rızık ve it’amı ihzar etmek
için yaratılmamışsınız. Çünkü rezzak Benim. sizin mü-
teallikatınız olan ibadımın rızkını Ben veriyorum. siz bu-
nu bahane edip ubudiyeti terk etmeyiniz.”
eğer bu mana olmazsa, Cenab-ı Hakka rızık vermek
ve it’am etmek muhaliyeti bedihî ve malûm olduğundan,
ilâm-ı malûm kabîlinden olur. İlm-i belâgatte bir kaide-i
mukarreredir ki, bir kelâmın manası malûm ve bedihî ise,
o mana murat değil, onun bir lâzımı, bir tabiî murattır.
Meselâ, sen birisine desen, “sen hafızsın”; o, malûmu
ilâm kabîlinden olur. demek maksut manası budur ki:
“Ben senin hafız olduğunu biliyorum.” Bildiğimi bilmedi-
ği için ona bildiriyorum.
Lem’aLar | 655 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
a
meselâ:
misal olarak.
muhaliyet:
imkânsızlık.
murat:
maksat.
müptelâ:
düşkün, tutkun.
müteallikat:
yakın kimseler, ak-
raba.
nefis (nefis):
şehvet, gazap, fazilet
gibi şeylerin kaynağı.
netice-i hilkat:
yaratılışın neticesi.
nevi:
çeşit, tür.
resul-i ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(asm).
rezzak:
bütün yaratılmışların rız-
kını veren ve ihtiyaçlarını karşıla-
yan Allah.
rızık (rızık):
yiyecek içecek ve gi-
yecek ile ilgili şeyler.
tabiî:
doğal, kendiliğinden olan.
tedarik:
sağlama.
tevehhüm:
vehimlenme, kurun-
tuya kapılma.
ubudiyet:
kulluk.
vecih:
yön.
âdeta:
sanki.
aleyhissalâtü vesselâm:
“Sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun,” anlamında Peygamberi-
miz Hz. Muhammed’in (asm)
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti.
bahane:
yalandan özür.
bedihî:
açık olan, aşikâr.
belâgat:
sözün düzgün, kusur-
suz, yerinde ve hâlin ve ma-
kamın icabına göre söylen-
mesi.
Cenab-ı Hak:
Allah.
deruhte:
yapma, yerine ge-
tirme.
emr-i İlâhî:
Allah’ın emri.
gayet:
son derece.
hafız:
Kur’ân-ı Kerîm’i tama-
men ezberleyen kimse.
halk:
yaratma.
hayvanat:
hayvanlar.
ibad:
kullar.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın mu’ci-
zeliği.
ihzar:
hazırlama.
ilâm:
bildirmek.
ilâm-ı malûm:
bilineni açıkla-
mak.
İlm-i belâgat:
belâgat ilmi.
irzak:
rızıklandırma.
it’am:
yemek verme.
ıyal:
bir adamın, geçimini üst-
lendiği kimseler; aile fertleri eş
ve çocuklar.
kabil:
tür.
kaide-i mukarrere:
kesinleş-
miş kaideler.
kelâm:
söz.
lâzım:
gerek.
mahlûkat:
Allah tarafından
yaratılanlar.
maksut:
kastedilen şey.
malûm:
bilinen.
mana:
anlam.
mâni:
engel.
1...,645,646,647,648,649,650,651,652,653,654 656,657,658,659,660,661,662,663,664,665,...1406
Powered by FlippingBook