kezalik, bir zerre, Şems-i ezelî’nin tecellisine mazhar
olur, fakat Müessir-i Hakikî’ye zarf olamaz.
İ’lemEyMağrur,Mütekebbir,Mütemerrit
Nefis!
sen öyle bir zaafiyet, acz, fakirlik, miskinlik gibi hâlle-
re mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttük-
ten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet
edemezsin; seni yere serer, öldürür.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Hardale ile tabir edilen, bir darı habbesi hükmünde
olan kuvve-i hafızanın ihata ettiği meydanda gezintiler
yapılırken o kadar büyük bir sahraya inkılâp eder ki, gez-
mekte bitmez bir şekil alır. Acaba o hardalenin içindeki
meydanı bitiremeyen, o hardalenin dairesini ne suretle
bitirecektir? Aklın nazarında hardalenin vaziyeti böyle
ise, aklın gezdiği daire nasıldır? Akıl da dünyayı yutar.
Fesübhanallah! Cenab-ı Hak hardaleyi akıl için dünya ve
dünyayı da akıl için bir hardale gibi yapmıştır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki:
Büyük bir cemaatin mesaisine terettüp eden hasenatı in-
taç eden semeratı bir şahsa isnat ve ona mal ederler. Bu
zulümde bir şirk-i hafî vardır. Çünkü, bir cemaatin cüz-i
ihtiyârîsiyle kesbettikleri mahsulâtı bir şahsa atfetmek, o
şahsın icat derecesinde harikulâde bir kudrete malik
Mesnevî-i nuriye | 139 |
h
uBaB
malik:
sahip.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
mesai:
çalışma.
miskin:
fakir, yoksul, kendi kendi-
ni idare edemeyen, mal ve mülkü
hiç olmayan kimse.
mukavemet:
karşı koyma, da-
yanma, direnme.
Müessir-i Hakikî:
hakikî tesir sa-
hibi, hakikî tesir edici.
mütekebbir:
tekebbür eden, ki-
birlenen, kendini beğenmiş.
mütemerrit:
temerrüt eden, inat-
çı, kötü fiilinde inatlaşan.
nazar:
bakış, dikkat.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
sahra:
büyük çöl, geniş saha.
semerat:
semereler, meyveler.
suret:
biçim, şekil, tarz.
Şems-i ezelî:
ezelî güneş; varlığı-
nın başlangıcı olmayan ve her şe-
yi nurlandıran Cenab-ı Hak.
şirk-i hafî:
gizli şirk, gizli küfür.
tabir:
ifade.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
terettüp:
ait olma, icap etme, ge-
rekme.
vaziyet:
durum.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük, der-
mansızlık.
zarf:
kap, kılıf, mahfaza.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zulüm:
haksızlık.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
atıf:
bağlamak, yüklemek.
cemaat:
topluluk.
cüz-i ihtiyarî:
Cenab-ı Hak ta-
rafından insana verilen arzu
serbestliği; dilediği gibi hare-
ket edebilme kuvveti; cüz’î
irade.
fesübhanallah:
Allah (c.c.) ne
güzel yaratmış; Allah bütün
noksanlıklardan münezzehtir,
her şey kendine tesbih eder
anlamında olup hayret ve ta-
accübü ifade için söylenir.
habbe:
tane.
hardale:
hardal tanesi.
harikulâde:
olağanüstü.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
icat:
meydana getirme, orta-
ya koyma.
ihata:
kuşatma, içine alma.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
i’lem:
Arabcada bil! anlamın-
da emir.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
intaç:
netice verme, sonuçlan-
dırma.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait göster-
me.
kesb:
kazanma.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü.
mağrur:
gururlu; kendini be-
ğenmiş, büyüklük taslayan.
mahal:
yer.
mahsulât:
meydana gelen, el-
de edilen şeyler; meyveler,
ürünler.