Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Mustafa ÖZCAN

Manastır ve Resne boylarında

İştip’ten dönüştü Manastır’a uğradık. Manastır, Osmanlı’nın, “evliye-yi selâse” dediği üç Rumeli vilayetinden birisiydi. Burada öncelikli olarak Manastır İdadî’sini gezdik. Manastır İdadîsi bugün müzeden ibaret. Mustafa Kemal’in de okuduğu bu askerî idadî civarda Osmanlı’dan kalan taş ve sağlam binalardan birisi.

Şehri ikiye ayıran bir nehir var. Bu nehrin iki yakası üzerinde geçmişte konsolosluk binaları yer alıyormuş. Üsküp yerine Manastır, o dönemde baskın şehirmiş. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben Manastır’ı çok beğendim ve sevdim. Hatta Makedonya’da gezdiğim ve gördüğüm en güzel şehir diyebilirim. Makedonlar için de Manastır, bu ülkenin bir kültür başşehri. Saat kulesinin bulunduğu alandan Osmanlı yapısı Bedesten ve İshakiye Camii’ne doğru ilerlerken (cami kapalı ve metruk vaziyette idi) çarşı içinden geçiyorsunuz. Çarşının iki tarafı da Parisyen tarzı kafelerle bezenmiş. Makedonlar şehrin eski dokusunu muhafazaya çalışmışlar. Bundan dolayıdır ki, şehri gezerken sanki tarihî bir tünel içinde olduğunuzu hissediyorsunuz. 19. yüzyılın ve öncesinin dondurulmuş hali. Civarda modernizmin başka ayak izleri olmasa, kendinizi eski çağlarda sanırsınız. Saat Kulesi’nin yanından Bedesten’e doğru yol alıyorsunuz ve çayı geçtiğiniz de de camiyle karşılaşıyorsunuz. Manastır bana, Adapazarı’nın biraz eski halini de hatırlattı. Tarzın ortaklığı sözkonusu. Nehre bakan evler, sanki bizim eski evlerimiz. İnsan girdiği bu tarihî tünelden hiç çıkmak istemiyor. Sadece mekânın değil, zamanın da dondurulmasını istiyor. Ah keşke olabilse! Hâlâ Makedonya’nın birçok şehrini Arnavut kaldırımları süslüyor. Biz kesme taşlardan yapılmış kaldırımlara Arnavut kaldırımı diyoruz, ama oralarda Osmanlı kaldırımı diyorlar. Aslında Arnavutlar’a atfettiğimiz bazı şeyleri onlar bize irca ediyorlar. Arnavut böreği var ve meşhur. Ama bir de Arnavut ciğeri var. Aslında eskiden Arnavutlar daha ziyade kasaplık yaptıklarından, Arnavut ciğerinin oradan gelme olduğu söyleniyor. Yoksa o tarzın onlara ait olmadığı söyleniyor. Bununla birlikte Elbasan Tavası gibi, elbette kendilerine has yemek kültürleri var. Acılı yemek kültürü, zaten belli başlı bir kültür sayılır.

Manastır Osmanlı döneminde idarî ve askerî olarak da çok önemliydi. Bu bağlamda, 3’üncü ordunun merkezi olarak da görev yapıyordu. Şimdi Malatya ne ise, o zaman da Manastır o. Manastır’ın en güzel meydanı saat kulesinin olduğu meydan. Ne yazık ki, atalarımızın buraya diktiği saat kulesine, şimdi bir haç ilâve etmişler. Atalarımızın hilâl dikmediği saat kulesine, onlar haç dikmişler. Bu haç dikme olayı, sadece Manastır’la alâkalı değil. Neredeyse Osmanlı’dan kalma bütün saat kulelerine haç dikiyorlar. Onunla da kalmıyor ve camileri ‘eskiden burası kilise imiş’ bahanesiyle kiliseye çevirmeye çalışıyorlar. Bu mânâda, Makedon milliyetçiliği ve Balkan komitacılığı yeniden hortlamış bulunuyor. AKP Milletvekili Hüseyin Kansu’ya göre, bunun arkasında Dünya Kiliseler Birliği var. Onlar Makedonları bu şekilde kışkırtıyorlar. Bunun sonucunda İştip’teki Muhittin Baba Camii gibi camiler, maalesef kiliseye çevrilmiş durumda. Burada âlemlerin ve şiarların ve şeairin kavgası yapılıyor. Makedonlar bütün dağlara taşlara haç yapıyorlar ve geceleyin de bunları ışıklandırıyorlar. Buna mumasil olarak, yöre Müslümanları da haç 60 metre ise, 61.5 metre minare ile karşılık veriyorlar. Tabiî ki bu sosyal ve dinî sürtüşmelere ve gerginliklere sebep oluyor. Kalkandelen’de 2001’de başlayan savaşın sebebi de Makedonlar’ın Kalkandelen’in yamaçlarına benzeri bir haç dikme ihtirasları. Maalesef Makedonya’daki bu gerginlik, hayra alâmet değil ve Makedonların bu yaptıkları Hinduvata anlayışıyla BJP’nin Hindistan’da Ayodha veya Babür Camii’ni yıkmasına ve altında Hindu mabudlarının mabedlerini ve tapınaklarını aramasına benziyor. Keza İsrail’de Yahudilerin Mescid-i Aksa’nın altında kazı yaparak Süleyman Tapınağının kalıntılarını aramalarını andırıyor. Bu gerginlikler, her an bir kıvılcımla yangına dönüşebilir.

Manastır’daki bütün camiler atıl vaziyette bulunuyor. Bunlardan birisi Kadı Mahmud tarafından 1553 tarihinde yaptırılan Yeni Cami. 1890 yılında tamir geçirmiş olsa da bugün galeri olarak kullanılıyor. Bir diğer mahzun mabed ise Haydar Kadı Camii, o da depo olarak kullanılıyor. Maalesef Müslümanlar göçlerle bölgeyi boşaltmışlar. Camilerde boynu bükük kalmış.

Resne üzerinden dönüş yolundayız. Resne’yi Resneli Niyazi’den dolayı biliyoruz. Lâkabı ‘Hürriyet kahramanıdır. “1873 Resne doğumludur. Arnavut kökenli bir Bektaşîdir. Manastır askerî idadîsi ve harb okulunu bitirmiştir. Askerî okulu bitirdiği yıl, yani 24 yaşında, 1897’deki Yunan savaşında büyük yararlılıklar gösterir ve bir Yunan birliğini toptan esir alır. Bu başarısı üzerine rütbesi yükseltilir ve esir aldığı birlikle birlikte İstanbul’a dâvet edilir ve padişah 2. Abdülhamid’in huzuruna çıkar. Ancak esir aldığı Yunan askerlerinin, padişahın adamlarından birinin 13 yaşında albay rütbesi verilmiş oğluna teslim edilmesine ve bu veledin İstanbul’da bu Yunan askerlerini dolaştırıp, hava atmasına şahit olur. Bunun üzerine padişahın yeni rütbe tekliflerini reddederek Resne’ye geri döner. Sonrasında bilinen 1908 devriminin kıvılcımını yakar. İstanbul’a da gider devrimden sonra, ama sevemez orayı ve kasabasına dönüp oraya hizmet etmeye çalışır. Balkan Savaşında yenilgi sonucu memleketi işgal altında kalınca, İstanbul’a geçmekten başka çaresi kalmaz.

Ancak karadan gidemediği için, gemiye binerek gittiği Avalonya (Vlore) limanında, kendi koruması tarafından tek kurşun ile vurularak öldürülür. İddialardan biri, tetiği çekme emrini Arnavut milliyetçilerinden Esat Toptani ve İsmail Kemal’in verdiğidir. Ancak Enver Paşa ve İttihatçı ekibinin, fazlaca dürüst olan Resneli’yi İstanbul’da istemedikleri için onu öldürttüğü de güçlü bir iddiadır. Ne yazıktır ki, ‘ne şehittir, ne gazi, b... yoluna gitti Niyazi’ deyimi buradan gelmektedir.

Geyiği ile de ünlüdür. Resneli Niyazi, dağlarda bulduğu bir geyiği yanında gezdirmeye başlayarak, hayvana “rehber-i hürriyet” adını vermişti. 1908’de İkinci Meşrûtiyet’in ilânından sonra İstanbul’a getirdiği geyiğin, sonradan yazdığı anılarında, Allah tarafından gönderilen bir rehber olduğunu öne sürer. İkinci Meşrûtiyet’i izleyen günlerde geyik İstanbul’da büyük üne kavuşur. Gülhane Parkı’nda halka gösterilir. Hatta veliaht Abdülmecid (sonradan halife) çocuklarıyla geyiği görmeye gelir. Geyiğin, Resneli Niyazi ile birlikte çekilen fotoğrafı kartpostallara basılarak, elden ele dolaşır. Resne’de Niyazi Bey Konağı hâlâ gezilen görülen mekânlar arasındadır.

—Devam Edecek—

Mustafa ÖZCAN

19.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (18.06.2006) - Balkanlarda bir Osmanlı ülkesi

  (17.06.2006) - Üsküp’ü yakan Neron

  (16.06.2006) - Balkanları Osmanlı kaybetmedi

  (15.06.2006) - Makedonya ve 28 Şubat

  (14.06.2006) - Sarı Saltık’ın izinde Balkanlar’da

  (13.06.2006) - Bursa-Üsküp hattı

  (12.06.2006) - Deniz Feneri ile suyun öte yakasında

  (05.06.2006) - Çalışan kadına geniş sosyal haklar verilmiş

  (04.06.2006) - Kültür ve inanç şehri: Kum

  (03.06.2006) - İran: Nükleer silâh caiz değil

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004