Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Oylama öncesi son muhasebe

Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesi sadece “Hizbullah’ın silahsızlandırılması”yla ilgili değildir. Asker göndermeden yana olanlar, olayı salt Hizbullah veya Lübnan’la ilişkili tutarak aslında önümüzdeki dönemde bizi bekleyen büyük tehlikenin üstünü örtüyorlar (veya kendileri de bunun farkında değiller).

Fadlallah, “Türk askerinden rahatsızlık duymadıklarını, aksine diğerlerine göre farklı ve üstün bir konumda tuttuklarını” söylüyor. Nasrallah da, “Eğer silahlarımızı elimizden almayacaklarsa Lübnan’a asker gelsin.” diyor ve ekliyor: “Ama savaşçılarımızı silahsızlandırmaya kalkışırlarsa karşı koyarız. Ayrıca İsrail, Lübnan’ın herhangi bir yerinde kalacak olursa ona karşı savaşırız.”

Durum açık: Barış Gücü, saldırgan İsrail’i durdurmak veya Hizbullah ile İsrail arasında tampon bir bölge -mesela iki ülke sınırı üzerinde 10 km’lik bir alan- oluşturup konuşlanmak üzere gitmiyor, aksine Litani Nehri ile İsrail arasındaki bölgeye gidiyor. Bu, kaçınılmaz olarak çatışma olacak demektir. Abdullah Gül’ün dediği gibi gerektiğinde “süngü savaşı” bile olabilir.

Bütün bunların ötesinde “çok ciddi bir durum” söz konusu; bu, kamuoyunun dikkatinden kaçırılıyor. Durum şu: ABD, İran’ı vurmaktan vazgeçmiş değil, bütün gelişmeler ABD ve İsrail’in nükleer silah kullanarak İran’ı vuracağı yönünde. İsrail ve ABD’nin veya her ikisinden birinin Suriye veya İran’a saldırması durumunda Hizbullah’ın tavrı ne olacak? Tabii ki anında İsrail’e saldıracak ve muhtemelen bu sefer füzelerini yerleşim birimlerinin tam ortasına atacaktır. Sadece Hizbullah değil, Irak’ta üç büyük Şii grup (Sistani, A.Aziz el Hekim ve Mukteda es Sadr) da Amerikan kuvvetlerine saldıracaktır. Sünni dünyanın oturup olayları seyredeceği veya ABD’ye amigoluk yapacağı beklenemez. Bu, bütün bölgeyi içine alacak bir ateşin tutuşturulması anlamına gelir. Bu bir fantezi veya paranoya değildir. İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz, Hava Kuvvetleri Komutanı General Elyezer Shekdy’yi İran’la savaşacak kuvvetlerin başına atadı bile.

Soru şudur: İsrail ve Amerika İran’a saldırdığında Barış Gücü, Hizbullah’ın İsrail’e saldırmaması için elinden geleni yapacaktır. Böylesine kritik bir zamanda Türk askeri ne yapacaktır? Sayın Başbakan, “Askerimizi geri çekeriz.” diyor. Bunu önemsiyorum, inşallah dediğini yapar. Ama İsrail ve Amerika’nın ısrarla Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesini istemelerinin gerisinde başka niyetler var. Türk askerinin çatışma dışında kalmasının hiçbir garantisi yoktur; askerimiz istemese bile önceden planlanmış provokasyonlar onu ateşin içine çekmeye yeter. Böyle bir durumda Türkiye, resmen Suriye ve İran’a karşı oluşan cephede yer almış olacaktır ki, İsrail’in de istediği budur. Açık olarak Türkiye kendi inisiyatifiyle değil, İsrail-ABD zorlamasıyla bu işe bulaşıyor. “Büyük devlet” kendi inisiyatifiyle hareket eder; Rusya, Hindistan ve Çin küçük devletler değildir. Bugüne kadar BM’nin hiçbir kararını takmamış olan İsrail’in 1559 ve 1701 No’lu kararlara dört elle sarılmasının sebepleri üzerinde düşünmek lazım.

Hizbullah’la çatışacağız; Arap ve Müslüman dünyanın husumetini kazanacağız; beklenen savaşta İsrail ve ABD’nin yanında İran’a ve Şii dünyaya karşı yer almış olacağız, oysa Türk kamuoyunun ezici çoğunluğunun gönlü ve desteği aksi yöndedir. Türkiye’nin karambole getirilip ateşin içine çekilmesinin diğer bir sebebi, sistemli bir biçimde oluşturulmak istenen “Sünni-Şii çatışması”nda, Türkiye’ye “Sünni blokun hamisi” rolü verip büyük bir fitnenin ateşini tutuşturmaktır. Bugün mezhep savaşlarının veya mezhepler temelinde kültürel-politik kimlik oluşturmanın hiçbir anlamı ve geçerliliği yoktur. Herkes kendi mezhebine göre amel etsin, ama mezhepçilik fitne, ölüm ve yıkımdır. Umarım, yarınki oylamada iktidar-muhalefet, bütün milletvekilleri durumun vahametinin farkında olarak davranır ve oylarını öyle kullanır. Bu, lider ve parti çıkarından, yaklaşan seçim hesaplarından, parti ve bürokrasi içindeki güç odaklarının angajmanlarından çok daha önemli bir konudur. Kritik günlerin içinden geçiyoruz, her adımın bir değeri vardır. Durum hiç de öyle propaganda edildiği gibi değildir.

Zaman, 4.9.2006

Ali BULAÇ

05.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  ‘İhanet’ demeden konuşamaz mıyız?

  Oylama öncesi son muhasebe

  DYP’nin şansı

  Eksik olan

  Karanlık mihraklara

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004