Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Kemal BENEK

Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan: Kurumlararası iletişim yok

* Problem ve sıkıntıların içinden çıkmanın yolu nedir?

Problemleri çözmeye yönelik çare aramada sıkıntı yaşıyoruz. Problemler yığılıyor, içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

* Bunun sebebi problemlerin zorluğu mu yoksa insanların hataları mı?

Ülkemizde bir yapı var. Herkes, "her şeyi bilirim ve yaparım" iddiasında. Kendi alanımızda kalmak yerine her alanı bildiğimizi ileri süreriz. Geçmişimize baktığımızda istişare, kurultay ve meşveret dediğimiz mekanizmalar var. Alanında uzman kişiler bir araya gelmek suretiyle öncelikle problemler tespit edilir. Bunların çözüm yolları aranır. Şimdi ülkemizde bu yok. O yüzden problem birken "sadece ben çözerim" mantığıyla ikileşiyor.

* Öğretmenlerin getirilen yeniliklerden bihaber olduklarına dair şikâyetler var. Katılıyor musunuz buna?

Tabiî ki. Bir çok konuda böyle. Meselâ, birinci sınıftaki çocuklara yazıyı el yazısıyla öğretmeye başladık. Bu el yazısı niçin kondu, ileride nerde lâzım olacak? Ben 34 yıllık bir eğitimci olarak algılamış değilim. Bilgisayar, gazete, kitap normal yazıyla yazılıyor. Öbür tarafta el yazısıyla eğitim yapıyorsunuz. O yaştaki çocuklar bir harfin şeklini yapmada zorlanıyor. Çocukları yormaktan başka bir şey değil.

* Bu karar alınırken kurumunuzun fikri soruldu mu?

Maalesef. Katılımcılık ve meşveret yok. Bu hep böyle olmuştur. Yabancı dil konmuş, biri gelmiş kredili demiş, diğeri başka bir şey demiş. Eğitim adeta yapboz tahtasına çevrilmekte. Bu da ne hikmetse bizim gibi kalkınmakta olan ülkelerde oluyor.

* Kurumlararası iletişimin olmadığı bir ülkede nasıl sağlıklı sonuçlar alınacak?

Bu problemleri konuştuğunuz gerek eğitimci olsun veya olmasın herkes problemlerden muzdarip ve şikâyetçi. Gel gör ki yetki alındıktan sonra ne hikmetse bir kısım şovlarla işin geçiştirildiğini görüyoruz. Veya medya kullanılarak aysbergin görünen kısmı dışında taban es geçiliyor. Veli ve öğrencilere sorduğunuzda çok faklı şeylerle karşılaşıyorsunuz. İlköğretim üçüncü sınıfına giden yeğenim Emrah'a "Okul nasıl gidiyor?" diye sorduğum zaman "Amaaan amca okul mu kaldı, nasıl gidecek işte" cevabı beni çok derinden yaralamıştır. İlköğretim üçünü sınıfındaki çocuk eğer bunu böyle ifade edebiliyorsa o zaman bir aksaklık var demektir.

* Son yıllarda her görüşten parti iktidara geldi fakat ekonomik sıkıntılar giderilemedi. Nedir öğretmenlerin durumu?

Sadece öğretmenler değil bütün kamu çalışanları aynı durumda. Şimdi okul sezonu başladı. Öğrencilerin masrafları, kış hazırlıkları başladı, Ramazan geldi. Bunların yanında aylık rutin giderleri düşündüğünüz zaman bu insanların nasıl geçineceğini birinin çıkıp bize izah etmesi gerekir. "İmkânlar bu. Yüzde 2.5 verelim bununla yetinin" mantığı pek akıllı bir mantık değil. Biz ayrımcılık yapılmasın diyoruz ama öğretmenliğin bir Peygamber mesleği olduğunu, ürettiğinin meta değil bir insan olduğunu ve gelecekte bu ülkeyi şekillendireceğini hesap edersek çok daha titiz davranılması gerektiğini düşünüyoruz.

* Geçim derdinde olan bir öğretmen çocuğa ne verebilir? Yenilikleri nasıl takip eder, nasıl kitap alıp okuyabilir?

Mümkün değil. Öğretmenlerin herhangi bir etkinliğe katılma gibi bir lüksü kalmamıştır. Araştırmamız neticesinde çalışanlarımızın ancak beşte birinin bir gazete okuyabildiğini, kitap okuyamadıklarını, yazın tatil yapamadıklarını, kışlık bulgurunu, patatesini, soğanını, turşusunu hazırlamak için köyüne gittiğini, kalanların bir kısmının da özellikle büyük şehirlerde değişik işler yaparak 3-5 kuruş para kazanmak için çalıştıklarını biliyoruz. Bir insan bu bıkkınlık içinde ne kadar verimli olabilir? Üniversiteyi yeni bitiren bir öğretmen adayının bile bilgileri azami 2-3 yıl yetiyor. Kendisini sürekli yenilemesi gerekiyor. Bunu sağlamak için devlet gereğini yapmazsa kendi de yeteri kadar takip etmezse yetişecek nesil de ona göre olur.

* Yenilenme olmayınca öğrencileri anlamada da sıkıntı olacağı kesin. İlköğretim üçüncü sınıfına giden yeğeniniz Emrah'ın öğretmenini beğenmemesi doğal değil mi?

Derse girdiğiniz zaman çocukların sorularına gerekli cevabı vermez veya başka bir çocuk cevap verirse o öğretmenin sınıfta düştüğü durumu doğrusu görmek istemem.

* Öğretmen açığı devam etmesine, mezun olan öğretmen sayısı da fazla olmasına rağmen bu açık neden bir türlü kapatılmıyor? Burada IMF mi yine karşımıza çıkıyor?

Herhalde. Milli Eğitim Bakanı Sayın Bakan Hüseyin Çelik, "140 bin öğretmene ihtiyaç var" diyor. Bizim hesaplamalarımıza göre AB normlarında bir eğitim yapacak isek 500 bin dersliğe, 400 bin de öğretmene ihtiyaç var. Buna rağmen ancak emekli sayısı kadar yeni öğretmen alınıyor.

* Geri kalan açık kadro sözleşmeli öğretmenle mi tamamlanıyor?

Evet. Bu arkadaşlarımız da kölelik anlayışıyla çalıştırılıyor. İlk defa sözleşmeli başlayan öğretmenin üç ay hastalanmaması lâzım. Devlet tedavisini yaptırmıyor. Çünkü işçi statüsünde çalıştığı için 90 günlük priminin ödenmesi gerekiyor. Bir kısmı ders ücreti ile çalışıyor. Bulduğu ders kadar girebiliyor. Bunların içinde aylık 150-200 YTL'ye çalışan bile var. Devlet asgari ücretin bile altına eleman çalıştırıyor. Verimsizlik ortaya çıkıyor. Bunun sonucunda sınavlardan sıfır alan öğrencilerin sayısı her yıl artmaya başlıyor.

* İlköğretim birinci sınıflarının bir hafta önceden okula başlaması konusunda da olumlu-olumsuz görüşler var. Siz ne düşünüyorsunuz?

Ne kadar faydası oldu bilemiyorum. Zaman içinde göreceğiz bunu. Bu çocuklar bir hafta sonra yine kendilerinden yaşça büyük öğrencilerle beraber bahçeye çıkacaklar. Problem sadece bir hafta önceden başlatmakla bitmiyorki. 7 yaşındaki çocukla 15-16 yaşındaki çocuğun aynı yerde eğitim görmesi sıkıntıları beraberinde getirmektedir.

* Okullardaki şiddetin bahsettiğiniz sıkıntılarla ne kadar ilgisi var?

Sadece bu değil. Bunun yanında çeşitli nedenler var. Ailelerin etkisi var. Kültür seviyesi düşük olan yerlerde aileler çocuklarına, "oğlum dövülme döv, bizim çocuk falancayı dövmüş" gibi böbürlenmeler var. Ya da anne baba çocuktan haberleri yok. Diğer taraftan evin içinde şiddet var. En önemlisi de medyanın büyük etkisi var. Medya magazin programları ile parıltılı hayatları gösteriyor. Çocuklar onlara özeniyor. Ayrıca sistemin getirdiği sıkıntılar var.

* Sistemin getirdiği sıkıntıları biraz açar mısınız?

Öğretmen yoktur, ders boş geçer. Kütüphane ve bilgisayar odaları kilitlidir. Diğer sınıflarda ders yapıldığı için bahçeye çıkmaya da izin verilmez. Çocuk da okul dışında kötü niyetli insanların eline düşüyor. Bir de çocuk çirkinlik yaptığı zaman nasıl bir tavır sergileyeceğimizi biz eğitimciler de bilmiyoruz. Bunun eğitimini almadık.

* Çare nedir?

Bir an önce veli, medya, içişleri ve milli eğitim bakanlığı, STK'lar hep beraber bir araya gelmeliyiz. Sıkıntıların tespitini yapıp çözümü beraber aramalıyız. Yarın geç olabilir. Sıkıntı daha da büyüyebilir.

* YÖK-hükûmet arasında da bitmeyen bir mücadele var. Sizin pencerenizden olay nasıl görünüyor?

Hükümette, "ben halk tarafından seçildim ben ne dersem o olur" mantığı var. YÖK'te, "ben dokunulmaz bir kuruluşum sizi tanımıyorum" mantığı var. Elbette seçimle gelen ve atanan farklı olmalı. YÖK parasını bu ülkenin vergilerinde alıyorsa elbette devleti idare edenlerin orada bir etkisinin olması gerekir. Bu yönüyle YÖK'ün yaptıklarını, ideolojik yaklaşımlarını, uygulamalarını tasvip etmiyoruz. YÖK'ün bu şekliyle devam etmesini ülkeye hizmet olarak görmüyoruz. Hükümetin de yanlışı var. YÖK yasası çıkardılar dağ fare doğurdu. Hükümet bizim hükümetimiz. YÖK'de bizim. Buna bir çözüm bulmamız lâzım. Herkes eteğindeki taşı döküp hizmet yarışına girmeli. İdeolojilerini bir tarafa bırakmalıdır.

* Başörtüsü yasağının da bir türlü çözülememesi bu zıtlaşmalardan mı kaynaklanıyor?

Bir grup "ben çözeceğim" diye, makamını koruma adına olayı rant olarak görüyor. Bir grup da "bakın biz çözdürmeyiz" mantığıyla rant olarak görüyor. İki tarafa samimi değil. Samimiyetlerine inanılır olarak bakmıyoruz. Samimi olsalar başörtüsü yasağı kalmaz. Herkes bu değerlerden nemalanmaya çalışıyor. Olan samimi insanlara, bu ülkenin olmazsa olmazı analarımıza, bacılarımıza oluyor.

* Sendika olarak yeni eğitim dönemine bir protesto eylemi ile başladınız. Bundan ne amaçladınız?

Bu eylemde kimseye zarar vermeden problemlerimizi dile getirelim diye düşündük. Siyah üzerine soru işareti koyduk. Siyah matemin, yasın bir gereğidir. "Bakın sıkıntılıyız, yaslıyız, kederliyiz, bunu anlayın" demek istiyoruz. Soru işaretini de millet değerlendirsin. Herkes kendine göre anlasın.

Kemal BENEK

22.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (21.09.2006) - Yeni Eğitimciler Derneği Genel Başkanı Hasan Tanrıverdi: Eğitici de eğitilmeli

  (20.09.2006) - Sistem değerlerimizden uzaklaştırıyor

  (19.09.2006) - Öğrenci ile eğitimcinin gündemleri çok farklı

  (18.09.2006) - Resmî ideoloji dar geliyor

  (11.09.2006) - Türkiye, İsrail’le ilişkilerini gözden geçirmeli

  (04.09.2006) - Nuray Hafiftaş: Günah işlemekten korkuyorum

  (01.09.2006) - Ali Oktay: Eğlenceyi helâl dairede aramalı

  (28.08.2006) - İsrail korkuyu tattı

  (21.08.2006) - Lâlelere harcanan parayla okulları muayene ederdik

  (20.08.2006) - Hayatımda hiç ‘of’ demedim

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004