Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Vergilerimiz AİHM’e!

Bilindiği gibi Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 1954’te onaylamış olmasına rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını 1987’den itibaren vatandaşlarına olanaklı kılmış, mahkemenin zorunlu yargı yetkisini, diğer bir ifadeyle Türkiye’ye yönelik kararları kabul etmeye ve bedelini de ödemeye ise ancak Eylül 1989’da razı olmuş, Ocak 1990’dan itibaren de yürürlüğe girmiş. İlk bireysel başvuru, 1993’te yapılmış ve AİHM Türkiye aleyhine yapılan bireysel başvurularla ilgili davaları 1995 yılında sonuçlandırmaya başlamış. Yıllar itibarıyla verilen hüküm sayıları; 1995’te 3, 1996’da 5, 1997’de 8, 1998’de 18, 1999’da 19, 2000’de 39, 2001’de 218, 2002’de 99, 2003’te 123, 2004’te 171, 2005’te 290 ve 2006’nın ilk altı ayı için 189 olmak üzere 1.183’e ulaşmış durumda. Bu rakamlara ulaşmak için AİHM’nin resmi sitesine girmek durumunda kalınıyor, zira Adalet Bakanlığı sitesi bu konudaki tüm verileri barındırmıyor, bu sitede daha az dava görünüyor.

AİHM’ye başvuru sayısının ise karar sayısıyla karıştırılmaması gerek. Başvuru sayısı günümüzde 12.000’lere ulaşmış durumda. Başvuru sayılarındaki artışın bir nedeni, vatandaşların haklarını arama konusunda evrensel bir bilince doğru evrilmesi gösterilebilir. Ama, öte yandan Türkiye’de insan hakları konusunda benzer hızda bir evrilme olmadığı sonucu da çıkarılabilir. 2004 yılında örneğin AİHM’ye açılan toplam 44.128 davanın içinde Türkiye aleyhine açılanlar 3.930’unu oluşturuyor. Bu rakamla Türkiye, Rusya ve Polonya’dan sonra üçüncü sırada yer alan bir ülke durumunda. 2005’te ise Ukrayna az farkla Türkiye’nin önüne geçmiş. Kısacası, AİHM’nin iş yükünün 1/5’ini Türkiye aleyhine açılmış davalar oluşturuyor. Üstelik bazı sıralamalar, hüküm sayılarının nüfusa oranına göre yapılıyor ve bu tür durumlarda Türkiye üçüncü sıradan düşemiyor.

Türkiye ile ilgili bakılan davaların konuları ve zaman içerisinde gösterdikleri değişiklikler de birer gösterge. İlk başvuruların başladığı yıllarda, davaların konusunu büyük bir çoğunlukla, yaşam hakkı, ifade özgürlüğü, işkence, özgürlük ve güvenlik hakkı ile siyasal yaşama ilişkin konular oluşturmuş. Örneğin 8 Temmuz 1999’da AİHM Türkiye’de ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin 11 karar birden vermiş. 2001 yılına kadar, genel olarak bu konulara adil yargılanma hakkıyla ilgili davalar da eklenmiş ve bu tarihe kadar kaybedilen toplam 107 davada Türkiye 4 trilyon TL (4 milyon YTL) ödemiş. Avrupa Birliği tam üyelik süreci çerçevesinde gerçekleştirilen reformların bir uzantısı olarak, 2001’den günümüze doğru bakıldığında siyasal yaşama ilişkin davaların sayılarında azalma ortaya çıkmış, 2004 yılından itibaren neredeyse açılmış 3 binden fazla davanın sadece 1/3’ü bu alana ilişkin olmuş. 2000’li yıllardan günümüze geldiğimizde, açılan davaların % 70’ini kamulaştırma bedellerinin ödenmesindeki gecikmeler, hak ihlalleri, mülkiyet haklarının ihlali ve yargı uygulamalarındaki gecikmeler oluşturur hale gelmiş. Dışişleri Bakanlığı açıklamasına göre, 2005 Eylül ayı itibarıyla 567 AİHM kararları neticesinde ödenen tazminat miktarı 33 milyon Euro’ya ulaşmış, siyasal yaşama ilişkin tazminatlar bu tutarın sadece % 10’unu oluşturmuş...

Hak ihlalleri artıyor,

ağır tazminatlar yolda...

Bu arada, ilginç bir bulguyu da belirtmekte yarar var. Ülkelerin ödedikleri ya da ödemeye mahkum edildikleri toplam tazminat miktarlarının dökümlerinin AİHM kurumlarından bulunması mümkün değil. Miktarların her ülkenin dışişleri bakanlıklarından öğrenilebileceği ilkesi savunulmakta, ama bakanlıklardan nasıl öğrenilebileceği de bilinememekte.

AİHM’nin kamulaştırma bedellerinin ödenmesindeki gecikmeler ve mülkiyet haklarının ihlali gibi davalardaki uygulamasını da hatırlatmakta yarar var. Davaya konu olan mülkün bedeli, günümüzdeki değerinden hesaplanmakta, o mülkten gelir elde edildiği ya da bir faaliyet sürdürüldüğü kanıtlandığında tazminata bunlar eklenmekte, mülkiyetin ihlal ediliş biçimine göre, örneğin toplanma ve dernek kurma hakkının ihlal edildiği gibi bir durum ortaya çıkmasına göre ayrı bir suç ve onun tazminatı eklenebilmekte, birey söz konusu mülküne ilişkin haklarını kullanamaması nedeniyle manevi tazminat talep edilebilmekte, 300 ile 500 Euro arasında değişen mahkeme masrafları eklenmekte ve eğer bu tazminatın ödenmesinde gecikme olursa da, her ay % 3-4 faiz çalışmakta. Diğer bir ifadeyle, devlet vatandaşının hakkını verme konusunda yavaş ve isteksiz davrandıkça, bu isteksizlik de cezalandırılıp neredeyse o mülkün astarı yüzünden pahalıya getirilmekte. Bu arada hemen belirtilmesinde yarar var, dostane çözümlerde de para ödenmesi söz konusu.

Türkiye aleyhine açılmış davalardaki sayısal artış ile bu davaların büyük bir çoğunluğunu kamulaştırma bedellerinin ödenmesindeki gecikmeler, hak ihlalleri, mülkiyet haklarının ihlali ve yargı uygulamalarındaki gecikmelerin oluşturduğu düşünülürse ve özellikle sırada “orman arazileri” ve “vakıf malları” gibi konuların bulunduğu hatırlanırsa bugüne kadar ödenenlerin, bundan sonra ödenecek tazminatların yanında lafı bile olmayacak gibi.

Demokrasiyi sadece yasaların değiştirilmesi üzerinden anlamlandırmaya çalışmanın yararı yok. Devlet, olan ya da değişen yasaları vatandaşların haklarını teminat altına alma zihniyeti ve ilkesiyle yapmadığı sürece, diğer bir ifadeyle devlet vatandaşıyla olan ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerinde vatandaşı kollayıcılığı benimsemedikçe, Türkiye’nin yol kat ettiğine dair gerçek göstergeler ortaya çıkamayacak. Bu durum, bir yandan demokratikleşme sürecine ilişkin bir eksiklik olarak kalmaya devam edecek, öte yandan AİHM’ye başvuran kişi ile ve onun açtığı dava konusuyla hiçbir ilgisi bulunmayan diğer vatandaşlar, ödenen tazminatların vergilerle karşılandığından hareketle durduk yere dolaylı olarak cezalandırmaya devam edecek. Devletin, bir vatandaşına karşı yerine getirmede geciktiği ya da yerine getirmediği sorumluluğunun bedelini bir diğer vatandaşına ödetir hale gelmesi halinde açılabilecek davaların tazminatını karşılamak için, belki “kötü yönetişim vergisi” adı altında yeni fonlar oluşturulabilir; ama bunun insan haklarına ve demokrasiye bir katkısı olur mu, orası şüpheli.

Zaman, 28.10.2006

Prof. Dr. Beril Dedeoğlu (Gala

29.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Vergilerimiz AİHM’e!

  Diyalog tamam mı?

  En vahimi, gençlerin Cuma’ya gitmesi!

  2006 Türkiye’sinin yapısından 2007’deki yönüne doğru “yol haritası”...


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004