Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Ad kavmi peygamberlerini yalanlamıştı. Azabım ve tehdidim nasılmış?

Kamer Sûresi: 18

11.03.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Sizin için ölüm kesin olarak takdir edilmiştir; ya azap getirir, ya da saadet.

Câmiü's Sağîr, c: 1, no: 54

11.03.2007


Kadının rahatı evindedir

Kadınlar yuvalarından çıkıp, beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli

“Sefih erkekler, hevesâtlarıyla kadınlaşırsa, o zaman açık saçık kadınlar da hayâsızlıkla erkekleşirler.”Hâşiye-1

“Mim”siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede. Temizlik zînetleri; haşmetleri hüsn-ü hulk, lûtuf ve cemâli ismet, hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbâb-ı ifsad, demir sebat kararı lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvânda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları. Yatmış olan hevesât birden bire uyanır.

Tâife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birden bire inkişafı.

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu sûretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müthiştir tesiri.Hâşiye-2

Memnu’ heykel, sûretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habîs ervâhları.

Hâşiye-1: Tesettür Risâlesinin esasıdır. Yirmi sene sonra müellifinin mahkûmiyetine sebeb gösteren bir mahkeme, kendini ve hâkimlerini ebedî mahkûm ve mahcup eylemiş.

Hâşiye-2: Nasıl meyyite bir karıya nefsani nazarla bakmak nefsin dehşetli alçaklığını gösterir; öyle de rahmete muhtaç bir biçare meyyitenin güzel tasvirine bakmak, ruhun hissiyât-ı ulviyesini söndürür.

Sözler, Lemeât, s. 668

Lügatçe:

mimsiz medeniyet: Deniyet mânâsına gelen kötü medeniyet.

tâife-i nisâ: Kadın taifesi.

mebzul: Bol ve ucuz bulunma.

metâ: Tüccar malı.

hüsn-ü hulk: Yaratılış, huy ve ahlâk güzelliği.

ismet: Günahsızlık.

esbâb-ı ifsad: Bozucu, ifsat edici sebepler.

meyyit: Ölü.

memnu’: Yasaklanmış.

zulm-ü mütehaccir: Taşlaşmış zulüm.

mütecessid: Cesetleşmiş.

müncemid: Katılaşmış, donmuş.

habîs: Pis.

Şer’-i İslâm: İslâm şeriatı.

11.03.2007


Ölüm ve hayat

Ölüm! Aldığımız nefesi verememek, verdiğimiz nefesi alamamak. Belki de son cümlemizi tamamlayamamak. Yapabilirsek kelime-i şehadet huzuruyla terk-i diyar etmek. Kimbilir bir gülüşün yüzümüze asılı kaldığı andır güzel gidişler için, ya da hüznün bir bekleyişin göz kapaklarına yansımasıdır.

Kimilerine göre ölüm, bir bitiş, bir son iken, inananlar için yepyeni bir hayatın başlangıcıdır. Dünya durağından öte devam edecek olan yolculuğun en önemli dönüm noktasıdır. Kabir kapısı, uzun yolculuğun devam ettiğini gösteren bir menzildir. Daha önce bu yoldan geçenlerin başlarında bulunan mezar taşları ise, birer mecburî istikamet levhalarıdır. Herkes bu istikamette yol almaya devam etmek zorundadır.

Hepimiz ölümün soğuk yüzü ile yüz yüze gelmişizdir mutlaka. Bir yakınımızı, dostumuzu, sevdiğimizi kaybetmişizdir, bir daha görmemek üzere emanet etmişizdir kara toprağa. Kulaklarımız, her gün okunan salâlara o kadar âşina ki, ölümün nefesini ensemizde hissetmemek, gafletle kendimizi aldatmaktan başka bir şey değildir. Kendimizi kolayca aldatır ve uyuturuz ama, eceli aldatacak ve atlatacak bir maharetimiz yoktur.

Sevdiğimiz birini kaybedince acaba onun ölümüne mi üzülüyoruz, yoksa bu parçalanmalarımız, bu yıkılışlarımız, ağlayışlarımız kendimize mi? Evet üzülüyoruz, onu kaybettiğimiz için, bir daha onu görememek, sesini duyup sohbetinde bulunamamak, birlikte bir yudum çay içmekten mahrum kalmak içimizi yakıyor. Fakat sevdiğimiz birisinin ölümü, onun tamamen hayatımızdan çıkıp gittiği anlamına da gelmiyor. Hayal ve hatıraları hafıza arşivimizde yerini korumaya devam ediyor. “İşte şurada oturuyordu, şu masada birlikte yemek yiyorduk, suyu hep şu bardaktan içerdi…” diyerek, sanki hâlâ aramızda yaşıyormuş gibi uzun süre onun ölümünü kabullenmek istemeyiz.

Peki bütün bunlara rağmen bir insanın ölümüyle ardından hiç mi birşey kalmıyor acaba? Çok sevdiğimiz birisi cismânî olarak aramızdan ayrılmış olabilir. Ya geride bıraktıkları? Ya hatıralar? Kurduğu hayaller, sahip olduğu ümitler, paylaşılan zamanlar, geleceğe dair yapılan planlar, söylenen sözler! Bütün bunlar bir nevî vasiyet değil midir geride kalanlara?

Tolstoy, “Hayat üzerine düşünceler” kitabında çok sevdiği kardeşini kaybetmenin hüznünü şöyle anlatır: “Benim kardeşim öldü. Ölmekle gerçekte meydana gelen şey nedir? Onun zaman ve mekân açısından kâinatla olan ilişkilerinin ortadan kalkması.

“Acaba ondan bu dünyada hiçbir şey kalmadı mı?

“Evet, onun kâinat ile olan zaman ve mekan ilişkileri yıkıldıysa da, bize ondan bir hatıra, bir yadigâr düşüncesi kalmıştı. Ancak bu hatıra, onun elinin, yüzünün, gözünün hatırası değil, huylarının, ruhî karakterinin hatırasıdır.”

Giden gitse de arkasında koca bir hatıra hazine bırakmıştır. Huyları, hayalleri, yaptıkları, yapmak istedikleri her şey bu dünyada bizim hatırlayacağımız ve sahip çıkacağımız, belki de bundan sonra bizim daha sıkı sarılıp gerçek olmasını istediğimiz anlar olarak kalmıştır.

Arkada bırakılan onca servetin, malın ve mülkün yanında, kalanlara bırakılan asıl miras bu olsa gerek. Bir ölünün giderken arkada kalanlara bir iç seslenişidir “Ben ölüyorum fakat sizlere hatıralarımı, hayallerimi bırakıyorum, beni unutmamanız için.”

Arkada kalanlar da buna cevap verir: “Evet sen öldün ama arkanda senden eser koca bir dünya bıraktın bizlere. Seni asla unutmayacağız.”

Nihayetinde bedenen bir bitiş olduğu kadar, bir başlangıçtır da ölüm. Hem gidenler için, hem kalanlar için.

Sonuç olarak ölüm, “idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Mektûbât, s. 226)

[email protected]

Süveyda GÜNER

11.03.2007


Sen ve sünnet

Kâinatı yaratan Sânî, seni de yarattı san’atla… Her şey hizmetine musahhar kılındı… Derken en şereflisi oldun mahlûkatın… Liyâkatine bakılmaksızın “ahsen-i takvîm” ünvanı yapıştırıldı sîretine: “Gerçekten (biz) insanı, en güzel bir biçimde yarattık!”… “Cemâl”in tecellîsi olan sûretinde ise hadsiz kudret nakışları işlendi… Makâm-ı mahbûbiyete erişebilmek için hâlis bir âbid oluverdin ardından… “Lûtuf” öyle bir kapı açtı ki sana, kullukla lûtfolundun… Ubûdiyetinin herbir cüz’ü, Mabud’a olan muhabbetin için bir yakarış oldu… Cevapsız bırakmadı seni Yaradan… Her derdine deva olduğu gibi, yine huzura kapı açtı sana…

Sessiz idin sohbet verdi,

Yalnız idin evlât verdi,

Aciz kaldın kuvvet verdi,

Avuç açtın nusret verdi…

Firkate düştün vuslat verdi,

Zahmete koştun rahmet serdi…

Kuvvet buldun şefkat verdi, rikkat verdi…

Alîl oldun sıhhat verdi…

“Kün” bahşetti hayat verdi…

Âlemlere rahmet (asm) verdi…

Sen bir gittin, O bin geldi…

Şimdi seni sen yapan bütün kıymetlere lâyık bir rotan var artık… Muhabbetullaha çıkan Muhammedî güzergâhtayken, sırtını en alâ mânâlara yaslayıp yol alma vaktidir çatan… Âfâkını saran şey gözünü kamaştıran nübüvvet güneşi, asrını aydınlatıp aslına kavuşturan verâset-i nübüvvet nurudur… Sana da sevmek kaldı geriye, sevmeyi istemek…

Sen sevmek istedikçe, kendisi nasıl sevilir vahyetti sana… Efendi’ne (asm) çevirdi şaşkın gözlerini… “(Habibim, yâ Muhammed!) De ki; ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız, o halde bana tâbi olun ki, Allah (da) sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın!’”

Bir zât gönderdi ki sana nur yüzlü, âlemlere rahmet; içinde ne zulmet kaygısı kaldı ne zahmet... Vahyin kelâm hâli Resûl’e (asm) indirilirken, hayat hâli sana gönderildi Resûl’le (asm)…Ve mükellefiyetlerinin en tepesine kondu ona tabi olmak… Cennete müştak yüreğinin yegâne çaresi oldu Sünnet-i Seniyye… Muhabbet şuâının yegâne göstergesi: “…Şu âyet-i kerime der ki; ‘Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullah’a ittibâ edilecek. Eğer ittibâ edilmezse netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur. Eğer muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullah’ın Sünnet-i seniyyesine ittibâı intac eder’ Evet Cenâb-ı Hakka iman eden, elbette O’na itaat edecek ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakîmi ve en kısası, bilâşüphe Habibullah’ın gösterdiği ve takib ettiği yoldur.”

Şimdi iki yol var önünde; biri sağ yol, biri sol…

Sağ yol Cenâb-ı Hakk’ı sevmek; sol yol Sünnete uymamak.

Sağda Cenâb-ı Hakk’ı duymak, solda peygamberi duymamak.

Sağda saadeti bulmak, solda şakî olmak.

Saîd olmak duâsıyla…

[email protected]

Yasin TOPAL

11.03.2007


YENİ ASYA

Yâdınla mübarek yüce hizmet gelir akla.

Hakkın sesi ey şanlı muvahhid Yeni Asya.

Düsturun olan çizgilerin hiç de değişmez,

Nurlarla beraber yürüyen taçtır, eğilmez.

Vasfın budur elbet senin âlâ ve de mümtaz.

Yıllarca da yazdın yine gerçekleri, hep yaz.

Kuvvetle sarıl nura ki âlem ışık olsun,

Asyam, Yeni Asyam yürü! Bahtın açık olsun.

İlham alan ondan hedefinden bile şaşmaz.

Tetkik kim eder zerrece haddin o da aşmaz.

İmanlı yazarlarla odur nurlara makes,

Ölçüyle yazar hepsi olurlar yüce hakses.

Üslûb-i bedî’i ona has pek iyi tarzdır.

Günlük Yeni Asya’m bizim o lâhikamızdır.

Hazret bunu görseydi dolardı o sürurla,

Kardeşlerinin yaptığı hem hizmet-i nurla.

Çıkmış Hür Adam sahneye tam ellili yıllar,

Neşr’eyleyi vermişti o sözler ve şuâlar.

Binlerce şükür nurları öğrendik onunla.

Hizmet ile bir ömrü geçirdik o şuurla.

Asyam ediyor hizmeti, şahit bile ağyar.

Gayretleri haktır... Nice ifa ede yıllar.

Etmez bizi mahcup bu mübarek yüce hizmet,

Tahkik ile iz’andır o! Gayretle de himmet.

Takip ederiz biz seni sevgiyle merakla,

Asla demedin her zarar veren şeyi akla.

Müsbet harekettir yakışır mü’mine her an.

Asyam, Yeni Asyam alır ilhamını Haktan.

Hizmette sabır, şevkle yarış hakta sebattır,

Nur mesleğinin dik duruşu böylece şarttır.

Miftâhı uhuvvet ve de hem mâyesi ihlâs.

Tamir ederek ülkemi fikrin eder ihsas.

İmana taarruzlara settir hep O nur yol.

Şahittir onun sıdkına çektikleri kol kol.

Tasdik ki eder haklılığın kürre ve zerrât,

Düsturu onun herkese tebliğ-i hakikat.

Biçare Hasan, feyzini anlatsa da bitmez,

Haktır yüce dâvân zulüm isterse de sönmez.

Peygamberimin sünnetidir nurlu bu meşreb,

Geylan’ımızın müjdesidir nur dolu meslek.

Hizmet çığırın bizlere... Nur Hazret-i Üstad,

Ruhum seni binlerce duâlarla eder yâd.

Hasan ŞEN

11.03.2007


Nurdan Dualar

Allah'ım, işaretiyle ayın ikiye bölündüğü, parmaklarından suyun Kevser gibi aktığı, Mi'racın ve "Gözü şaşmadı" (Necm Sûresi: 17) âyetinin sahibi Efendimiz Muhammed'e, Onun bütün âl ve Ashâbına dünyanın evvelinden mahşerin sonuna kadar rahmet eyle.

Sözler, s. 536

Allah'ım, işaretiyle ayın ikiye bölündüğü Zât hürmetine benim kalbimi ve sâdık Nur Talebelerinin kalplerini Kur'ân güneşi mukabilinde ay gibi yap. Âmin, âmin.

Sözler, s. 540

11.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004