Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Aile

Annem beni seviyor

Dışarıda hızlı hızlı yağmur yağıyordu. Bu yağmura hazırlıksız yakalananlar telâşla etrafa koşuşturuyorlardı. Anlaşılan ıslanmak istemiyorlardı. Sevgi ise pencerenin kenarına ilişmiş dışarıyı seyrediyordu.

Çenesini avucuna dayamış gözü yaşlı öylece yoldan geçenlere bakıyordu. Islanmamak için neden bu kadar telâşlı olduklarını anlamıyordu. Çünkü o onların yerinde olmak istiyordu. Annesi izin vermediği için dışarıya çıkamıyordu. Neymiş hasta olabilirmiş miş miş...

Bedeni evdeydi ama ruhu yağmurla dans ediyordu. Bunun ne kadar güzel olduğunu hissetmiş olmalı ki yüzüne hafifçe tebessüm dalgaları yayıldı. Ama çok sürmedi bu memnunluk hali. Gene asıldı suratı. Ağlamaklı oldu.

Kim bilir ne kadar zevkliydi yağan yağmurun altında koşmak. Düşünüyordu da başına suların damlaması, onların üstünü başını ıslatması çok güzel olmalıydı. O genelde koşmayı tercih ederdi. Çünkü ona göre koşmak her zaman en güzel olandı.

Bakışları aniden canlandı. Oturduğu sandalyeden kalktı. Başını cama iyice yaklaştırdı. Gördüklerine inanabilmek için gözlerini kocaman açtı.

Evlerinin tam karşısında minik bir arsa vardı. Hemen yan taraftaki bakkal ise kâğıt toplayanlar alsın diye boş mukavva kutuları hep oraya atardı. İşte o kutuların büyük olanının altında bir kedi ve yavrusu vardı. Yağmurdan nasiplerini almışa benziyorlardı.

Sevgi’yi hayrette bırakan işte bu iki kedi idi. Çünkü anne, yavrusunun üstünde oturuyordu. Kendi annesini düşündü. Asla kötülüğünü istemezdi. Hep korur ve kollardı. Peki hayvanlar neden böyle değildi. Acaba hayvanlarda şefkat duygusu yok muydu?

Zihnine gelen bu ve buna benzer sorular onu iyice meraklandırmıştı. Aslında annesine sorabilirdi. Ama ona kızgındı. Akşam babası eve gelince ona soracaktı. Hem babası her şeyi biliyordu. Mutlaka bunu da bilirdi.

Akşamın olmasını sabırsızlıkla bekledi. Yemekten sonra çay içilirken sorularını sormaya başladı.

“Baba hayvanlar neden şefkatli değil?”

“Nereden çıktı bu kızım?”

“Bugün iki kedi gördüm. Dışarıda yağmur yağdığı için çok ıslanmışlardı. Anne yavrusunun üstünde oturuyordu. Çok üzüldüm. Halbuki anneler yavrularını korurlar. Neden üstüne oturmuş ki? Hem şefkatli olsaydı böyle yapmazdı değil mi?”

“Canım kızım, hayvanlarda da şefkat duygusu vardır. Çünkü onlar da annedir. Yavrularını korumak ve kollamak için gerekirse büyük tehlikelere girerler. Aynı annen gibi. Senin gördüğün de üstüne oturmuyordur. Yavrusunu soğuktan korumak için kendi vücut ısısı ile koruyordur. Boşuna kızmışsın anne kediye.” Sevgi, babasının açıklamasına şaşırmıştı. Demek annesinin kendisini koruduğu gibi kedi de yavrusunu öyle koruyordu. Belki o da yağmurda oynamak istemişti. Aynı kendisi gibi…

Bir gün geldiğinde o da anne olacaktı. Aynı annesinin yaptığı gibi yavrusuna hep sevgiyle yaklaşıp onu koruyacaktı. Ama bir şeyi daha yapacaktı.

O da yağmur yağdığında yavrusunun dışarıya çıkmasına izin vermek olacaktı. Hatta onunla birlikte kendisi de çıkacaktı.

[email protected]

Betül Rüveyda OTMAN

21.03.2007


Evliliğin düşmanları

Eleştiri: “Sen hep böylesin. Zaten bir gün bile olsun beni dinlemedin. Hep bağırıyorsun. Beceriksizsin. Filanın eşinden ibret al. Beni üzmekten zevk alıyorsun” şeklindeki ifadeler, eşi suçlayıcı, yargılayıcı ve kırıcı eleştirilerdir. Oysa iletişimde “ben” dilini kullandığımızda eşimize şöyle diyebiliriz: “Ben bu sözünden veya davranışından dolayı çok üzüldüm, hayal kırıklığı yaşadım.” Bu ifade daha yumuşak olduğundan, ayrıca kişide oluşturduğu duyguyu da olaya yansıttığından eşi olumlu yönde etkileyebilir.

Genelleme: “Hep böylesin. Böyle yaparsın. Zaten senden başkası da beklenmez. Bencilsin. Hiç değişmiyorsun. Bir gün de iyi yanını göremeyecek miyim?” tarzındaki ifadeler, eşi bir kalıba sokan ve damgalayan ifadelerdir. Mantıksal olarak düşündüğümüzde, madem ki eşiniz söylediğiniz gibi “hep öyle”, yıllardır değişmiyor; peki siz ne oranda değiştiniz? İşe kendinizi değiştirmekle başlayın.

Aklını okumak: Evlilikte ilişki bozulmaya ve mutsuzluk ortaya çıkmaya başlayınca araya mesafeler girer. Sürekli kavga, üzüntü, bir noktada çiftleri sessizliğe ve kendi dünyalarına iter. Fakat burada sözlü iletişim yerine sözsüz iletişim, yani davranışlardan anlamlar çıkarıp, eşi yargılama süreci başlar. “Hah yine kızdın. Bakışlarından anladım. Sen öyle demek istemedin. Senin kafanın içinde neler var, çok iyi biliyorum.” Tarzındaki yaklaşımlar, eşin jest ve mimiklerinden, hal ve hareketlerinden anlamlar çıkarmaya yöneliktir.

İşi yokuşa sürmek: Zamanla eşlerden birinde olumlu bir değişiklik olmuştur veya gittikleri doktor dinlenilmiş ve kişi olumsuz bir davranışından vazgeçmiştir; diğer eşin: “10 yıldır sana söyledim, ama beni dinlemezsin; sonunda dediğime geldin. Başkası deyince daha mı kıymetli oluyor?” biçimindeki konuşmaları, eşi üzen ve geriye döndürebilecek tarzdadır. Oysa; “Bu değişiklikten dolayı çok mutluyum, sevinçliyim. Gel beraber plan yapalım; başka nelerimizi değiştirebiliriz, onları konuşalım” tarzında bir diyalog kurulursa olumlu değişiklik pekişir ve devamı için de teşvik edilmiş olunur.

Geçmişi hatırlatmak: Herkesin evliliğinde, geçmişte yaşadığı olumsuz bir anısı vardır. Aile kavgaları, kırgınlıklar, ihanetler, küçük düşürmeler ve hayal kırıklıklarıdır. Geçmişte yaşanan kötü anıyı sürekli gündeme getirmek sıkıntı doğurur ve sorunları pekiştirir.

Hep haklı olmak: Hatalar, yanlışlıklar iki taraftan da kaynaklandığı halde “Kim daha haklı?” diye adeta “mahkeme” kurulur. “Evliliğimiz boyunca kavgaları hiç ben başlatmadım. Sen hep bana kötü davrandın, beni aşağıladın. Bütün sorunlar senden kaynaklanıyor.” Bu tarz kalıp sözler, tıkanan evliliklerin klasik sözleridir. Oysa önce kendimize bakmamız ve “Ben nerede hata yapıyorum, yanlışım ne olabilir?” diye düşünmek gerekir. Sürekli karşı tarafı haksız görmek işin kolaycı yönüdür.

Sorumluluk: Aile yükünün tek tarafa yüklenmesi kişiyi aşırı strese sokup gergin ve öfkeli yapabilir. Bu yüzden hiçbir cinsiyet ayırımı gözetmeksizin yapılacak işleri ortaklaşa yapmaya gayret etmek gerekir. Diğer yandan, ilişkideki bozulmadan dolayı “Sen beni zorluyorsun, çıldırtıyorsun; bu yüzden öfkeleniyorum” yerine, “Seninle ilişkimde zorlanıyor ve bazen öfkemi kontrol edemiyorum” tarzında konuşulsa, kişi kendisini de ortaya koyuyor ve sorumluluğu paylaşmış oluyor; böylece eşi suçlamıyor, soruna dikkat çekip, üzerinde düşünülmesi gerektiği mesajını veriyor.

Mantıksal yaklaşım: “Ya bana iyi bir neden göster, söylediklerimi çürüt, ya da beni kabul et.” Yaklaşımı evlilikle iş ilişkisini karıştırma yaklaşımıdır. Evlilikte roller, duygular ve birçok değişken rol oynar. Kendimizi “temize çıkarma”da mantık olayını ileri sürmek kendi kendimizi aldatmaktan ibarettir.

Sözünü kesmek: İletişimde en önemli husus, konuşan insanı sonuna kadar dinlemek, çok gerekliyse aralarda girmektir. Dinlememiz, anlamamız ve kendimizi anlatmamız gerekiyor. Bunun yolu da saygıyla dinlemek ve ses tonunu yükseltmemektir.

Terapist yaklaşımı: Eş, ne kadar ilgili ve tecrübeli olursa olsun, kendisini doktor yerine koymamalı; çünkü bir şey değişmez, eşi kendisini dinlemez ve dirençle karşılaşır. Bu yüzden “iyi bir eş, arkadaş, sevgili” nasıl olursa, ona öyle davranmalıdır.

Şenay ÖZER

21.03.2007


Televizyon seyretmek kasları imha ediyor

Uzmanların, uzun saatler boyunca televizyon ya da bilgisayar karşısında oturan kişilerin bel ve sırt kaslarında şiddetli ağrılara sebep olan kalıcı hasar oluştuğunu belirledikleri bildirildi.

İnternette yayın yapan bir sağlık haberleri sitesinde yayınlanan araştırmaya göre, beli destekleyen kasların, saatler süren hareketsizlik sonucunda kalıcı biçimde işlevsizleşebileceği belirlendi. Bilim adamlarının yaptığı araştırmada, 19 genç erkek gönüllü, 8 hafta boyunca yatakta zaman geçirdi ve kaslarındaki değişim izlendi.

Araştırma ekibi bunun, omurgayı koruyan kasların uzun zaman kullanılmadığında ‘işlevsizleştiğini’ ıspatlayan ilk araştırma olduğunu belirterek, televizyon önünde saatlerce zaman geçirmenin etkisinin de tam olarak aynı olacağını bildirdi. Araştırma, zarar gören kasların yeniden çalıştırılmasının da uzun ve zor bir süreç olduğunu ıspatladı. Gönüllülerin bazılarının bel kaslarının, egzersiz yapmalarına rağmen 6 ay sonra bile düzelmediği belirlendi.

Sizden gelenler

Merhabalar,

Ben bir din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretmeniyim. Gerek ahlâkî gerek dinî boyutta nesilde görülen bozulma ve uç davranışlar aklımızın alamayacağı boyutlara vardı. Gün geçmiyor ki okullarda bir olay olmasın. Çocukların, gençlerin davranışlarını gözlemlediğimizde rol modeliyle ilgili bir sorun olduğu görülüyor. Çünkü çocuklar artık aileden, çevreden gördüklerini değil, televizyondan gördüklerini uygular oldu. Televizyon yayınlarına ciddî bir çekidüzen verilmediği takdirde ben geleceğimizden çok kaygılıyım. Bu konuda her duyarlı vatandaşın tepki göstermesi gerektiğini düşünüyorum.

Ergül ATEŞ

Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi öğretmeni

21.03.2007


"Kanser" yaygınlaşıyor

“Kanserin tek bir hastalık olmayıp, vücuttaki tüm doku ve organlarda gelişebileceğini belirten Yıldız; kanserin belirtilerini; hazımsızlık, yutma güçlüğü, kitle, siğil, benlerde bariz değişiklik, iyileşmeyen yara, rahatsız eden öksürük, ses kısıklığı, açıklanamayan kilo kaybı, anormal kanama ve ağrı” şeklinde sıraladı.

Günümüzün en önemli sağlık sorunlarından birisi olan kanser, Türkiye’de yaygın görülen hastalıkların başında geliyor. Her yıl, Türkiye’de 150 bin kişi kansere yakalanıyor, dünyada her yıl 7 milyon kişi kanserden ölüyor. Gençlerde de görülmeye başlayan kanser hastalığına, genetik faktörler sebep olabildiği gibi, teknoloji gibi çevresel faktörler de sebep olabiliyor.

İnsan vücudundaki hücrelerin düzensiz ve kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve yayılması olarak tanımlayan Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Oğuz Galip Yıldız, “İnsan vücudu hücrelerden oluşur. Hücreler vücudun ihtiyacı kadar büyür, bölünür ve çoğalırlar. Bu düzenli işlev, vücudu sağlıklı tutmaya

yardımcıdır. Bazen hücreler ihtiyaç olmaksızın bölünmeye devam ederler. Fazladan oluşan hücreler dokuda tümör denilen kitleler oluşturur. Tümörler iyi huylu veya kötü huylu olabilmektedir. Kötü huylu tümör ise kanserin kendisidir” dedi.

Kanserin yaygınlaşmasında hızla gelişen teknolojik gelişmelerin büyük bir rolü olduğunu vurgulayan Yıldız, meselâ bilgisayarın az miktarda da olsa radyasyon yaydığını, bilgisayar karşısında çok uzun süre radyasyona maruz kalınması sonucunda, kanser yapabilen bir etkinin meydana gelebileceğini ifade etti. Yıldız; gelişen teknolojiye bağlı olarak tarım ürünlerinin de teknolojiden etkilendiğini, yediğimiz sebze ve meyvelerin tabiî ortamlarda üretilmediğini söyledi. Hormonlu yiyecekler konusunda da dikkatli olmamız gerektiğini kaydeden Yıldız; Hamburger, patates kızartması gibi hazır yiyeceklerin tercih edilmemesi konusunda uyarılarda bulundu.

Teknolojinin sadece kanser riskini arttırmadığına dikkat çeken Yıldız; televizyonun, bilgisayarın ve cep telefonlarının insanları oyalayarak vakitlerini çaldığını, insanları hareketsizleştirdiğini ve insanların spor yapmalarına engel olduğunu söyledi.

Kanserin tek bir hastalık olmayıp, vücuttaki bütün doku ve organlarda gelişebileceğini belirten Yıldız; kanserin belirtilerini; hazımsızlık, yutma güçlüğü, kitle, siğil, benlerde bariz değişiklik, iyileşmeyen yara, rahatsız eden öksürük, ses kısıklığı, açıklanamayan kilo kaybı, anormal kanama ve ağrı şeklinde sıraladı.

Kanserin her aşamasında kullanılan tedavi metotlarının olduğunu söyleyen Yıldız; ”Kanseri erken fark etmek önemlidir. Kanser ne kadar erken fark edilirse hastalığın iyi bir sonuçla tedavi edilme ihtimali de o kadar artar” dedi. Galip Yıldız son olarak, insanların kanser yapıcı faktörlerden uzak durmalarını, dengeli ve düzenli beslenmelerini, hayat tarzlarına dikkat etmelerini sözlerine ekledi.

Esra KISAOĞLU

21.03.2007


Et yemenin zararları neler?

Eskimoların hayatları ortalama 27,5 yıldır. Çünkü genellikle et ve yağlı besinler tüketirler. Aynı şeyi Kırgızlar için de söylemek mümkündür. Nadiren 40 yaşını geçerler. Bunun yanında etle beslenmeyen Otomi kabileleri (Mexico yerlileri), Amerika yerlileri, Pakistan’daki Hunzalar üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda bunların uzun yaşadıkları ve sağlıklı oldukları belgelenmiştir. Dünya sağlık istatistikleri, en çok et tüketen toplumların en yüksek kalp-damar hastalıkları ve kanser hastalıkları oranına sahip olduklarını gösterirken, bunun yanında vejetaryenlerde ise hastalık oranının çok düşük olduğunu açıklamıştır.

Eti için beslenen hayvanların gelişmelerini hızlandırmak için hayvanlar zorla beslenmekte, hormon enjekte edilmekte, iştah açıcılar verilmekte, antibiyotikler, sedatifler ve kimyasal besin karışımları yedirilmektedir. The New York Times, “Tüketicilerin sağlıklarını tehdit eden daha büyük potansiyel tehditler vardır. Bunlar salmonella tipi bakteriler, pestisit, nitrat, nitrit, hormon, antibiyotik ve diğer izinsiz ve gizlice kullanılan kimyasal madde artıklarıdır” (18 Temmuz 1971) diye yazmıştır. Bunların çoğunun kanser yapıcı maddeler olduğu bulunmuştur. Araştırmalar, ette bulunan bu kimyasal maddelerin sonuç olarak hamile kadınlara, anne karnındaki bebeklere ve küçük çocuklara büyük zararlar verdiğini göstermiştir. Bu sebeple hamile kadınlar, yeni doğacak çocuklarının zihinsel ve fiziksel sağlıklarını korumak için beslenmelerine özellikle dikkat etmelidirler.

Semra TAŞKIN

21.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004